Kırk: Yedi Günah

2.1K 239 23
                                    

Aşağı inecekken anda kendime aynada baktım. Saatlerdir uçaktaydım. Üstelik üç saatlik bir saat farkı vardı. Henüz eve yeni girmiştim.

Bu yüzden saçlarımın dalgası bozulmuş, darmadağındı. Haki yeşili gömleğim buruş buruştu. Dirseklerime kıvırdığım kollardan biri daha aşağıdaydı. Kot şortum saatlerdir bacaklarımı yayarak oturmaya çalıştığım koltuğumda yayılmaktan iyice bollaşmış, fermuarları açık kalan kovboy çizmelerim ile her an Texas'ta iğrenç bir aksiyon filmi çekebilecekmiş gibi hissediyordum.

Üstelik göz çevreme bulaşan rimelim ve yarısı çıkmış rujum da çok yardımcı olmuyordu.

Sikerler.

Ayakkabılarımın fermuarlarını yukarıya çekip aşağı indim. Daniel için evde bakındım ama babam dışarıda beklediğini söyledi. Bu beni germişti. Neden dışarıda bekliyordu? Babamı seviyordu. Neden içeride değildi? Bu kadar erken mi gidecekti?

Artık kaygılanmayı bırak.

Kapıdan çıkınca kaldırımda ayakkabılarını izlerken buldum onu. Elleri ceplerinde görünmez taşlara tekme atıyor gibiydi.

Ona doğru yaklaşırken birkaç adım kala beni fark etti. Nasıl bir ruh hali içinde olduğunu bilmiyordum. Öfkeli değil gibiydi ama.

"Selam," diye mırıldandım.

"New York'a gittiğini neden söylemedin?"

Tamam, belki birazcık öfkeliydi.

"Üzgünüm. Benimle konuşmak istemediğini sandım. Yalnızca iki gün için gitmiştim."

Daniel'ın gözleri açıldı. Nasıl böyle bir şey dermişim gibi bakıyordu bana. Bu kadar naif bir çocuğun öfkelendiğinde kontrolden çıkması bana iki karaktere sahip olduğunu hissettiriyordu. Sanki gerçek Daniel ve kontrol edemediği, herkesin sırf Wilmington'da büyüdü diye olmasını beklediği kısmı.

İkinci kısmı çok belki de yalnızca iki defa görmüştüm. Ama onlar bile beni şok etmişti.

"Nasıl kafayı yedim haberin var mı?"

"Daniel beni yalnızca üç kez aramışsın."

"Çünkü üçüne de cevap vermeyip, mesajlarını görmezden gelen birini daha fazla aramazsın! Rupert değilim ben," stresle bir iç çekti. Saçlarını tutup çekiştiriyordu. Burada olduğu için mutluydum ama bir kez daha kavga edeceksek hiç gelmemiş olmasını yeğlerdim. "Benimle işin tamamen bitti sandım. Okulda etrafta da gözükmüyordun birkaç gündür. Ne kadar endişelendim biliyor musun? Öylece bana haber veremeden New York'a uçamazsın. Sen--" nefes almak için durmak zorunda kaldı. "Tanrım, gerçekten latinler bu kadar deli olmak zorunda mı?"

Gülmeden edemedim. Benim için bu kadar endişeleneceğini hayal dahi edemezdim. Hayretler içindeydim. Fakat neredeyse mutluluktan ağlayabilirdim. Annemle konuştuktan sonra onu kaybetmemek için her şeyi yapabilirdim fakat o çoktan karşımdaydı. Konuşmayalı sadece birkaç gün olmuştu ama yine de yıllar geçmiş gibi hissettiriyordu. Ona ne kadar alışmaya başladığım, uyuşturucu gibi bedenimde bağımlılık yapması beni korkutuyordu. Ama yine de beni geri çekmiyordu.

"Bu benden nefret etmediğin anlamına mı geliyor?"

"Hayır!" Şaşkınca bağırdı. "Keşke etsem. Senden ne kadar nefret etmek istiyorum, inan hiçbir fikrin yok. Seni bu kadar seviyor olmaktan, nefret ediyorum. Düşünmem gereken Fransız İhtilali olurken seni düşünmekten nefret ediyorum. Beşinci dereceden denklemi çözüp, sonucunu sen bulmaktan nefret ediyorum. Ama senden bir türlü nefret edemiyorum."

"Bu muhtemelen duyduğum en berbat ve üzücü seni seviyorumdu."

Gözlerini devirip derin bir nefes aldı. "Üzgünüm," dedi başını ovalayıp. "Sadece daha önce hiç böyle hissetmedim. Kimseye karşı. Bu çok farklı bir şey. Kafayı yemiş gibiyim. Ve güven bana, hiç sağlıklı bir şey gibi gözükmüyor."

Güven bana anlıyorum seni, Danny.

Omuz silktim. "İşler hiçbir zaman benimle kolay olmayacak."

"Biliyorum," dedi bana iyice yaklaşıp, orada kalacağımdan emin olduktan sonra bedenini bedenime yasladı. Başımı onu görmek için kaldırınca, onun da başını eğmiş bana bakmakta olduğunu fark ettim. Sanki saçları bir güneş parçasından örme, altındı ve biz içinde gibiydik.

Yani elbette değildik. Ama rüzgar saçını alnıma doğru atarken böyle hissettiriyordu. Saçları o kadar uzun değildi sonuçta.

Düşüncelerime karşı gülmeden edemedim. Romantik olmaya çalışan ve sürekli onu düzeltmeye çalışan tarafa.

"Ama gerçek şu ki... Kendimi kaybettim. Kendimi sadece sana bakarken görüyorum, Candice Acampora. Ve ne olursa olsun sana güvenmeye hazırım. Annem ve Wilmington konusunda da üzgünüm. Haklıydın. Ve Rupert konusuna gelince... Olivia benimle konuştu. Herifin manyağın tekinden başka bir şey olmadığını söyledi. Gerçekten üzgünüm. Özür dilerim."

"Bekle," dedim ondan biraz uzaklaştım. "Olivia seninle mi konuştu?"

Başını salladı. Şu an yaşadığım duyguyu tarif etmek için şok bile yeterli gelmeyebilirdi. Olivia ve Daniel? Aynı cümlede? Aynı yerde? Aynı sohbette? Olivia, neden bir açıklama yapacaktı Daniel'a? Sırf iyiliğim için mi? Belki de bana acıyıp, en azından erkek arkadaşım olmasına izin vermişti.

Ne olursa olsun.... Vay canına, teşekkürler Olivia.

"Rupert konusunda hala sana kızgınım," dedim birkaç adım daha ondan uzaklaşınca bana yaklaştı. Bunu sırtım garajın kapısına yaslanana kadar devam ettirdik. "Biliyorum," dedi yanağımı eliyle tuttu. Dokunuşu ile oracıkta bayılabilirdim. "Sanırım yedi günahtan birine yenildim."

"Kısaca kıskandın."

"Evet. Biraz. Herifin kaslar fena."

Onu öperken Daniel'da ister yüz kas, ister sıfır kas, ister Rupert'da kıskandığı her şey olsun, ister olmasın yine de ona her türlü tutulacağımı fark ettim. Daniel Smith, New York bana ne yapıyorsa onu yapıyordu.

If This Is LoveWhere stories live. Discover now