Yirmi Dört: Erkekler

2.2K 239 38
                                    

"Teşekkürler, Liv."

Arabasından inip ona el salladım. O da koskocaman sırıtıp ilerideki dönüşten saptı. Gözden kaybolurken ilk haftayı nasıl bu kadar belasız bitirdiğime inanamıyordum.

Daniel'ı koridorda arkadaşlarıyla konuşurken, bazen ortak olan derslerimizde ya da öğle yemeklerinde görüyorum bazen. Sanki hiç yaz olmamış gibiydi. Aramızdan hiçbir şey geçmemiş gibiydi. Biz yine birbirimize karşı iki yabancıydık. Sadece tanıyorduk işte öyle böyle birbirimizi.

Hayatımdaki Peter Pan'in bu kadar çabuk gideceğini bilmiyordum. Sonunda kendime Var Olmayan Ülke'yi bulmuştum. Orası, Daniel'ın kafasının içiydi. Ve bana ne zaman heyecanlandığı bilim-kurgu filmlerinden bahsederken, ona sırf sesini duymaktan hoşlandığım için sorduğum tarih sorularını cevaplarken kendini tüm Afrika'da yaşamış ilk insanların ayak izlerine kadar anlatırken bulurken ya da sırf eğlenmek için arka bahçesinde yapmaktan hoşlandığı deneylerden bahsederken bana o dünyadan küçük bir parçayı gösteriyordu.

Eve girmek için anahtarlarımı çıkardım. Son bir çevirme kalmışken arkamda bir korna çaldı. Az daha anahtarı da kalbimle beraber düşürüyordum.

Heyecanla arkamı döndüm. Fakat belki de ilk kez bir BMW görmek beni bu kadar hayal kırıklığına uğrattı.

Elinde çiçeklerle dikilen Rupert'a dik dik baktım. Bir an evin içine girip, onu görmezden gelmenin hiç de fena bir fikir olmayacağını düşündüm ama Bunu olgunlukla onu karşılamam gerekiyordu.

Daniel'ın dediği gibi savaşmaktan korkmamalıydım.

Birkaç adım atıp onunla bahçe kapımda buluştum. Saçlarını yine traş ettirmişti. Mavi gözleri, kaşlarının çıkıklığı yüzünden çoğu zaman gölgede kalıyordu.

Ona bakarken bedenimi dinledim. En ufak bir heyecan kırıntısı için bakındım ama hiçbir şey yoktu. Hiçbir şey. Yalnızca yorgunluk vardı ona baktığımda.

"Candy," dedi çiçekleri uzatıp. "Bu elbiseni çok seviyorum."

"Rupert, sana anlatacaklarım senin için bile oldukça basit ve açık olacak. Evime gelme. Beni arama. Okulda önüme çıkma ve arkadaşlarımı aracın etme. Yeterince açık mıydı? Bence öyleydi. Adeus, filho da puta."

İçeri girmek için arkamı döndüm. Elbette ısrarcıydı. Önüme çıkıp çiçekleri tekrar gözüme sokmaya çalıştı. Klişe. Kırmızı güller. En azından deneyebilirdi.

"Benimle kendi dilinle konuşmanı özledim."

"O zaman Laços de Sangue izle. Benim sorunum değil."

Çiçekleri çimenlere bıraktı. Yüzündeki ifade gerçekten üzgün gibiydi ama onu affetmem için önümde hiçbir neden yoktu. Hayır, diyecektim. Güçlü olacaktım. Ona karşı bomboştum. Gerisinin bir önemi yoktu.

"Nasıl bu kadar kalpsiz olabiliyorsun?"

"Aa, merhaba? Yoksa sen Rupert'ın vicdanının sesi misin? Evet, Naomi konusunda biraz üzgünsen-- hayır! Hala seni affetmedim. Affetmeyeceğim."

"Seni seviyorum. Hala."

Gözlerimi devirdim. Bunu bana bir yıl önce söyleseydi orada erirdim. Naomi gibi, diğer kızlar gibi tek isteğimin popüler, seksi bir erkek olduğunu sanıyordum ama değildi. Benim istediğim şey sadece hayatıma ışık tutabilecek biriydi.

"İlgilenmiyorum."

Ellerini havadan, yere bıraktı. Sakalları yine fazla sık olarak çıkmaya başlamıştı. On yedi yaşındaki biri için bu karar sakal... sağlıklı mıydı?

"Ne yapmam gerek? Lütfen söyle. Ne istiyorsan yaparım. Seni özlüyorum, bebeğim. Seni seviyorum. Senden başka biriyle yapamıyorum."

"Muhtemelen beyni olan biriyle çıktığın tek sefer bendim de ondan."

Gözlerini devirdi ama o da kabul etmiş gibi gülümsüyordu. Belinden kayıp düşmek üzere olan kot pantolonu, gri Amerika'yı Yeniden Harika Yap tişörtü ve kareli oduncu gömleği ile tekrar ona baktım. Çamur içindeki kocaman botlarına. Bundan beş yıl sonra geleceğini görebiliyordum.

Futbol bursu ile mezun olduğu okulundan sonra her saat bira içerek gününü geçiren, muhtemelen bu yüzden de takımdan atılan, sorumsuz bir yetişkin olacaktı. Ona kapılmak lisede iyi bir seçenek gibi görülebilirdi. Fazla düşünmeye gerek duymayan bir kız olmak istiyorsanız tabii.

Ama ona gerçekten bakınca mavi gözler ve asker traşı dışında hiçbir şeydi. Tek farkla ailesinin çok fazla parası vardı.

"Beni daha ne kadar süre yalvartacaksın?"

"Rupert," dedim derince göğüs geçirdim. Buna ihtiyacım olacaktı. Fazlasıyla. "Seni hayatımda istemiyorum. Sana karşı hiçbir şey hissetmiyorum. Senin de bana gerçek anlamda hissetmediğini biliyorum. Bunu bitirip yolumuza devam etmek en mantıklısı."

Rupert yüzünü buruşturdu. Bir anda elleriyle omuzlarımı tutup beni sallayınca gözlerimi iri iri açtım. "Sana inanmıyorum. Bunları söylüyor olamazsın."

"Daniel'dan hoşlanıyorum," dedim sadece tek göz kırpma hızında. Ben bile ne dediğimden emin değildim. Ama Rupert kendini şaşırtarak duymuş gibiydi. Belki de bunu duymayı beklediğindendir.

Gözlerini birkaç kez kırpıştırdı. Sonunda sinir bozucu bir kahkaha atıp tutmakta olduğu omuzlarımdan beni geriye doğru tökezleterek, ellerini çekti. Düşmemek için sertçe yere bastım.

Ağzını yüzünü kırmak için ne yapmazdım o an.

"O ezik ineği gerçekten bana mı tercih ediyorsun? Tam olarak ne için? Kör falan mı oldun, yoksa şu kızların geçirdiği garip dönemlerden birini mi geçiriyorsun?"

"Ezik inek mi? Tanrım, kaç yılındayız haberin var mı? Bu tür şeyleri aş artık. Biz. Bittik. Tamam mı? İkimizin de iyiliği için bırak artık."

Gülleri yerden alıp sertçe omzuma çarptı. Az daha yere düşüyordum ama son anda dengemi buldum. Asfaltta arabanın sesini duyduğumda hala yere bakıyordum. Donup kalmıştım.

"Hey," babamın elini omzunda hissettim. "İyi misin ufaklık?"

Başımı kaldırıp babama baktım. Bir elinde yine telefon, cebine sıkıştırılmış notlar vardı. Fakat bana endişeyle bakarken eli kapatma tuşunda duruyordu.

"Galiba," diye mırıldandım.

"Rupert ile ayrıldınız mı?" Bana doğru birkaç adım atarken kestane-beyaz ve gri renk saçları sallandı. Buluta benziyorlardı. "Evet."

"Bu geçen hafta bahçede öptüğünü çocuğu açıklıyor."

"Baba!"

Babam gülüp omzumu sıktı. Bu garip hissettirmişti. Uzun zamandır temas içinde değildik. Onunla uzun süredir böyle sıradan bir konuşmaya sahiplik etmiş miydik bundan bile emin değildim.

"Tamam, tamam. Ondan hoşlandım. İyi birine benziyor."

Yanaklarım sıcaklamaya başladı. Ama babamla Daniel hakkında konuşmak... iyi hissettirmişti. Garip, güzel bir duyguydu. Rupert'dan pek söz etmezdik. İkimiz de aramızdaki konuşma için onun iyi bir konu olmadığını düşünüyorduk galiba.

"Bunu nereden biliyorsun? Onunla tanışmadın bile."

"Şey," dedi kendi kendine gülüp. "O arabayı kullanan bir çocuk ne kadar kötü biri olabilir ki?"

"Baba!"

If This Is LoveTempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang