Otuz İki: Şok Dalgaları

2K 231 26
                                    

"Sana sınıfa kadar eşlik etmemi ister misin?"

Rupert'ın suratına dik dik baktım. Yani her an o sırıtan yüzündeki dişleri teker teker çıkarıp başka yerlere yerleştirebilirim der gibi.

"Cehennemin dibine ne dersin?"

"Seninle olduğum sürece sorun yok."

Tiksintiyle yüzümü buruşturup, omzunu geçebilmek için ittirdim. Güne Rupert ile başlayamayacak kadar yorgundum. Denise'in evinde fazlasıyla eğlenmiştim. İnsanlar zeki insanların aslında en eğlenceli olanlar olduklarını fark etmeleri gerekiyordu.

En popüler insanların partilerine yıllardır katılıyordum fakat asla bu üç kişiyle güldüğüm kadar gülmemiştim muhtemelen.

Ama yine de Dove ve Olivia aklımdan çıkmıyordu. Nasıl bu kadar... sığ olabilirlerdi? Her şeyi abartıyorlardı. İnsanların onları havalı bulup bulmamasına bu kadar obsesifçe bağlanmaları gözümü korkutmuştu. Ve öfkelendirmişti. Eğer istediğim her şeyi yapamayacaksam havalı çocuk olmamın ne anlamı vardı?

"Pes etmeyeceğimi söyledim."

"Erkek arkadaşım var."

"Kıvırcık sırık mı? Sanırım gözüm pek korkmadı."

"Rupert, çok ciddiyim. Git başımdan."

"İnsanlar okuldaki en absürt çift olduğunuzu düşünüyor."

"Çünkü insanlar beyinsiz. Sen de başı çekiyorsun."

Tekrar sırıtmaya başladı. Alt dudağını ağzının içine alıp bana yaklaşınca adeta bir kusma sarsıntısına yakalanmışım gibi hissettim.

"İstediğinde bu kadar sert olman çok hoşuma gidiyor. Ama yapma, Cands. Gerçekten onunla bir geleceğin olabileceğini düşünüyor musun? Ailesinin ne halde olduğunu bilmiyor musun?"

Kaşlarımı çatıp bir zamanlar sadece birkaç saniyede gördüğümde ne kadar harika olduğunu düşündüğüm şimdiyse iğrenç gözüken o ifadesine baktım.

"Neden bahsediyorsun?"

Bir kahkaha attı. "Haberin yok mu? Elbette sana söylemeyecektir."

"Rupert. Söyle ne söyleyeceksen."

Başını öne uzatıp, sanki bir sır veriyormuş gibi kulağıma eğildi. Ona yakınlaşmak kendimi çok kötü hissettiriyordu. Ama Rupert'ın söyledikleri dikkatimi çekmişti. Annesinin sürekli yanında olması gerektiğini söylemesi, beni asla evine davet etmemesi ya da babasının öldüğünü bile aylar sonra söylemesi bir şeylerin ters gittiğine işaret ediyordu.

Ama hiçbir zaman gerçekten bir şeylerin ters gittiğini düşünmemiştim. Daniel... hiç bunu yansıtmıyordu.

"Wilmington'da yaşıyor. Bildiğin tüm belanın, her türlü pisliğin olduğu yerde. Annesi agarofobi. Eve bağımlı. Market alışverişine bile çıkamıyor. Daniel'ın babası öldüğünde kadın delirmiş. Annesi sadece evde çalışabiliyor. Daniel'ın neden notlar ve SAT konusunda bu kadar takıntılı olduğunu hiç düşündün mü? Hayatını kurtarmak için."

Başıma ağrı saplandı. Bunlar önemli şeyler değildi. Benim umurumda olmazdı. Ama Daniel bu kadar uzun süredir bana bunların hiçbirinden bahsetmemişti. Bahsetmemesinin de iki nedeni olmalıydı. Ya bana yeterince güvenmiyordu, ya da hala sandığı kız olduğumu düşünüyordu.

Derin bir nefes alıp sırtımı duvara yasladım. Tanrım. Onca zaman beş para etmez sorunlarımdan bahsedip durmuştum. Oysa... ciddi anlamda hayatını geçirmeye çalışıyordu.

"Belki ona erkek arkadaşım demeden önce bir kez daha düşünmek istersin."

"Siktir git," dedim sınıfıma girip. Ders ya çok hızlı geçmişti ya da ben düşüncelere fazla dalmıştım. Çünkü kendime geldiğimde sınıfta bir kişi bile kalmamıştı.

If This Is LoveWo Geschichten leben. Entdecke jetzt