Altmış Dokuz: Canlı Cesetler

1.6K 182 19
                                    

Gözlerimi açmak istemiyordum fakat sırtımda gezinen el ve boynumu öpen dudaklar ister istemez uyanmama neden oldu.

Rimelimi çıkarmadığım için de ekstra ağırlık yapan tonlarca kilo değerindeki kirpiklerimi zorlukla yukarı kaldırdım. İlk gördüğüm şey altın renginde buklelerdi. Sonra o tanıdık... odun kokusu burnuma geldi.

"Daniel!"

Yataktan fırlayarak boynuna atladım. Kalbim fena halde gürlüyordu. Ona yedek anahtarı vererek en iyi bir karar almıştım. Böylece nefret ettiğim gibi cam kenarında saatlerce oturup onu beklemek zorunda kalmıyordum. O da bunu bildiğinden genellikle geceleri yola çıkıp, sabahları burada oluyordu.

Ben ona tüm gücümle yapışıp sarılırken onun bedeni sarsılarak gülüyordu. Saçlarımın arasında derin derin nefesler alıp, tenimi koklayarak beni öpüyordu.

Güçlü elleri sımsıkı bana kenetlenmişti. Onu çok özlemiştim. Tanrım, bir insana daha önce hiç böylesine bir ihtiyaç duyacağımı düşünmemiştim. Hem de kan bağımın olmadığı birine karşı. Ne kadar çılgınca bir duyguydu. Tam buradaydı. Ona dokunuyordum, onu hissediyordum ama hala onu özlüyordum. Bu bana yetmiyordu. Tamamen bedenimin içinde yaşaması gerekiyordu.

Daniel dizlerinin üstünde doğrulup, kalkmasına rağmen ondan ayrılmadım. O da biraz beni yukarı doğru zıplatarak daha sıkı tuttu, ben bacaklarımı beline dolarken.

"Biraz erken mi geldim?"

"Hayır, dedim ellerimi saçlarına geçirirken. "Beni neden uyandırmadın? Seni daha uzun süre görebilirdim."

Benden biraz uzaklaşıp yüzüme kocaman bir gülümseme ile baktı. Vay canına. Birazcık sakalları uzamıştı. Saçlarını kestirmişti. Belki birkaç santim. Yine de fark ediliyorlardı. Yüz hatları yorgunluktan ve uykusuzluktan iyice keskinleşmiş görünüyordu. Üstelik on sekiz değil de, yirmi sekizmiş gibiydi.

Saniyeler için büyük bir pişmanlık hissettim. Onu buraya sürüklemiştim adeta. Ailesini görmeye, okuluna sımsıkı tutunmaya, arkadaşları ile de vakit geçirmeye ihtiyacı varken ben ondan olan azıcık zamanını da çalıyordum. Hem de düşüncesizce onu buraya sürükleyerek.

"Seni uyandırmak istemedim. Üstelik neden beni gördüğüne sevinmiş gibi değilsin? Yoksa kendine yeni kurbanlar mı buldun kendine hasta edecek?"

Yüzünde elimi gezdirdim. Teni buz gibiydi. İyice solgunlaşmıştı. Elbette buralarda hep çillerini ortaya çıkartıp, burnunu kızartıp soyan o kızgın güneş yoktu. Bol yağmur ve sert soğuk vardı. Gözlerinin altı kırmızı ve mor, bakışları nezle gibi ıslak ıslak bakıyordu. Üstelik dudakları kupkuru ve çatlamıştı.

"Kendine iyi bakmıyorsun," diye mırıldandım.

"Hayır. Bakıyorum. Vitamin almayı unutmuşum hepsi bu."

Kucağından indim. Önce beni bırakmayacak gibi oldu ama inatla ayağımı basmaya çalışınca bana izin verdi. Vücudu zaten bol olan kazağı ve pantolonu içinde kaybolmak üzere gibiydi. Bacakları benimkilerden bile ince görünüyordu.

"Daniel... hasta olmadığın konusunda emin misin?"

"Evet. Elbette."

"Kilo vermişsin."

Bir şey söylemedi. Onun yerine odama ellerini boynumun etrafına sarıp dudaklarıma hızlı bir öpücük kondurdu. Çatlak dudakları biraz can yakıcıydı ama bu halini görmek dokunuşunun tadını acılaştırmış da olabilirdi.

"Planın var mı? Sence anneni ziyarete gitmeli miyiz? Uzun süredir onunla konuşmadık ve kızı-"

"Daniel, sen... berbat görünüyorsun."

Yeşil gözleri yüzümde gezindi. Hala uzun parmakları boynumda gevşekçe sarılıydı. "Sadece yorgunum."

"Yorgundan daha fazlasısın. Daniel iş, okul ve ailenin stresi sana iyi gelmiyor gibi." Ve elbette ki ben.

"Hayır. Ben iyiyim. Yalnızca şu finalleri vermem gerekiyor. Bir de profesöre seminerinde yardımcı olmam gerek. Annemin doktoru her şeyin birkaç ay içinde daha iyi olacağını söyledi. Bu sayede işten de çıkabilirim."

Bunları gerçekten inandığı için mi söylüyordu, yoksa beni geçiştirmek için mi anlayamadım. Eskiden olsa Daniel'ın yüzünden her şeyi anlardım fakat şimdi... belki de kendisi de doğruluğuna çok inanıyordu. Ya da umut ediyordu.

"Çorba yapacaktım," dedim. "Sen biraz uyu. Uykusuz geldin. Sonra da kahvaltı ederiz. Olur mu?"

Daniel tekrar beni öptü. Yine hızlıydı. Bu sefer emindim. Canım çok yanıyordu. Şimdi yanımdaydı ama ölü bir beden gibiydi. Özlemim dinmiyordu çünkü, ben aylar önce bıraktığım kendi Daniel'ımı istiyordum.

Ben mutfağa doğru yürüyecekken Daniel bileğimi tuttu. Beni olduğum yere çiviledi. Ellerini omuzlarıma koyup gözlerime direk olarak baktı.

"Ben iyiyim, Candice. Sen fazla abartıyorsun. Şu an tek istediğim şey seninle zaman geçirmek. Buraya bunun için geldim. Uyumak için değil."

"Ama-"

"Lütfen. Senden başka bir şeye ihtiyacım yok."

If This Is LoveWhere stories live. Discover now