Üç: Sosyal Statülerin Ölümcül Yararları(!)

3.8K 282 92
                                    

Durakta tekrar Daniel ile karşılaşmayı beklemiyordum. Bugün dizinin birazcık üstünde kargo şortu ve açık mavi renkte bir gömleği vardı. Kıvırcık saçlarının bukleleri bugün biraz daha bozulmuş, dalga dalga başının etrafına yayılıyordu.

Anlaşılan bugün biri saçını taramaya çalışmıştı.

Uzaktan ona bakınca gerçekten ne kadar uzun olduğu karşısında tekrar şaşırdım. Normal boylarda olduğumu sanırdım ama bu çocuk... vay canına. Empire State gibi bir şeydi.

"Günaydın," dedim kulaklıkları takılı olduğu için beni duymayacağını düşündüm fakat aniden kafasını kaldırıp ela mı yeşil mi yoksa mavi mi bir türlü karar veremediğim gözlerini bana dikti.

"Gü- naydın?"

Kendi kendime gülümsedim. Galiba insanlarla çok iletişime girmiyordu. Neden üç yıldan sonra adını zorluklar içinde hatırladığımı şimdi çok daha iyi anlıyordum.

"Otobüs ne zaman geliyor haberin var mı?"

Omuz silkti. "Az önce baktığımda beş dakika diyordu ama..." havaya dikip, kıstığı gözlerini yandan bakar şekilde bana çevirdi. Bakışlarındaki ifadeyi anlamak ya da çözmek güçtü. "Kim bilebilir? Tarifelerin pek doğru olmadığını biliyoruz."

"Evet," dedim iç çekip. "O halde araban yok?"

Başını iki yana salladı. Bunu sormak kabalık mıydı? Neden olsundu ki? Sonuçta öylecek bir sohbet girişimiydi.

"Her gün nereye gidiyorsun?"

Sonunda onu müziğiyle baş başa bırakmayacağımı anladı ve kulaklıklarını çıkarıp bir adımda yakınıma girdi.

İlk kez gözlerini yakından görüyordum ve ışığın altında hala ne renk olduklarını çözemiyordum. Fakat mavi olmadıklarından emindim şu an. Kirpikleri koyu kahverengiydi. Oldukça kıvrıklardı ve uçları sarı gibiydi.

"İşe?"

Ona bu soruyu sorduğum için şaşkın görünüyordu. Dudakları yarım yamalak bir gülümsemeyle kıpraştı. Çok da gülmek istiyor gibi değildi aslında. Şaşkınlığı onu ele veriyordu.

"Ah... nerede çalışıyorsun?"

Yarım yamalak olan gülümsemesi de böylece silindi. Yüzüme gerizekalıymışım gibi bakıyordu. Badem şekilli gözler iyice kısıldı.

"Sen ciddi misin?"

"Yanlış bir şey mi söyledim?"

"Candice. Aynı koyduğumun yerinde çalışıyoruz."

Oh.

Tamam. Sohbet için pek harika bir başlangıç olmamıştı. Ama onu görmemek benim suçum değildi. Metrelerce uzunlukta olan bir koltukta oturuyor, denizdekileri gözlüyordum. Nasıl onu görebilirdim ki?

"Üzgünüm. Cankurtaran koltuğu pek her yeri görmeyebiliyor."

Başını salladı ama sadece geçiştirmek içindi. Anlaması güç değildi. Alt dudağımı sertçe ısırdım. Durumu toparlayacağını umduğum bir şeyler düşünüyordum.

Benden biraz uzaklaşıp, kulaklıklarını taktı. Bedenini yola çevirip, gidip gelen arabaları izlemeye başladı.

"Özür dilerim."

"Sorun değil."

"Ciddiyim. Üzgünüm. Pislik gibi davrandım."

Sola çevirip beni süzdü. Ciddi olup olmadığımı çözmeye çalışıyordum. Ciddiydim! Gerçekten üzgündüm. Daniel'ın yanında daha fazla kendimi rezil etmek istemiyordum. O, benim aksime, geleceği parlak ne istediğini bilen birine benziyordu. Ona saygı duyuyordum. Kimseyi yukarıdan gördüğüm falan yoktu. Onun düşündüğü gibi bir popüler çocuk durumu da yoktu.

"Evet, şey, Rupert'ın kız arkadaşından farklı bir şey beklemiyordum doğrusu."

İşte bu sefer şaşırma sırası bendeydi. Rupert'ın kız arkadaşı olduğum doğruydu ancak bu geçmişte kalmıştı. Üstelik hangi hakla bunu söyleyebilirdi?

"Bazen gerçekten çok kaba olabiliyorsun."

"Ben mi? Kendin ve arkadaşların dışında kimseyi umursamayan, kendini beğenmiş, herkesten daha iyi olduğunu düşünen kız ben değilim."

"Vay canına. Benden bu kadar nefret ettiğinden haberim yoktu."

"Senden değil. Senin ve senin gibi insanların hepsinden. Gerçekten, dünyanın sizin etrafınızda dönmediğini fark etmeniz için illa lisenin bitmesi mi gerekiyor?"

Ona bir yumruk atıp, suratını öyle bir dağıtabilirdim ki burnunun üstündeki çiller kaldırıma sıçrayabilirdi.

Fakat otobüs gelmişti. Ona açıklama yapmama izin vermeden bindi. Ben de hızla peşinden otobüse atladım. En arkada bir yere oturdu. Yanına oturdum fakat müziği sonuna kadar açıp beni görmezden geldi. Kolu koluma değerken biraz sıcaktan nemlendiğini fark ettim.

"Kim sana böyle bir genelleme yapma hakkı verdi?"

Müzik oldukça sesliydi. Ben de öfkenin gözümü döndürmesine izin verdim. Kulaklıklarının ikisini de aşağı çektim. Kulakları acımış olmalı ki ah diye bir mırıltı çıkarıp, dağınık kalın kaşlarını çattı. Burnunun da çok düzgün olmadığını ona yandan bakarken fark ettim. Burnu büyük değildi ama asimetrikti.

"Öfken için üzgünüm ama beni sırf erkek arkadaşım yüzünden genelleyemezsin."

"Çok kötü Prenses. Çoktan yaptım. Yapıyorum. Yıllardır."

"Sırf adını karıştırdım ve seni iş yerinde görmedim diye benden nefret edemezsin."

"Senden nefret etmiyorum! Sadece hareketlerinden hoşlanmıyorum." Önce sağ gözüme sonra sol gözüme dikti bakışlarını. Bunu birkaç defa tekrarlayınca bir şey söylememe cüret edip edemeyeceğimi merak ettiğini anladım. Çok saçmaydı. Çok. Beni tanımazken nasıl bunu söyleyebilirdi?

"Beni tanımıyorsun."

"Dur tahmin edeyim. En sevdiğin şey o yapmacık arkadaşlarınla iğrenç bir kahveye tüm harçlığını verip, herkesi aşağılamak ve sonra buna dedikodu diyerek masum göstermeye çalışmak. Hayalin bahar kraliçesi seçilmek ve senin için yeterince iyi olmayan insanlara engel çekmek."

Ağzım açık kaldı.

Tamamen sözsüz, nefessizdim.

Okuldaki insanların hakkımda düşündüğü bu muydu? Ya da arkadaşım olmayan herhangi birinin? Bu kadar kötü biri gibi gözükmeyi bunları yapmadan nasıl başarıyordum?

"Bunları yapmıyorum. Yani... arkadaşlarım belki ama--"

Elini kaldırıp beni susturdu. "Gerçekten Candice. Açıklamaya ihtiyacım yok. Ayrıca ne diye benimle konuşuyorsun ki?"

"Çünkü senin aksine liseyi sınıflara ayıracak bir klişe olarak görmüyorum. Neden tüm hayatın satranç kulübü üstüne kuruluymuş gibi davranıyorsun?"

"Ben satranç kulübindeyim."

Tanrım. Gerçekten bu işte iyi değildim. Belki de evren benim Daniel ile arkadaş olmamı istemiyordu. Belki de gerçekten buradan defolup gitmeli ve onun kafasında insanları belirlediği gibi hakaret etmeliydim.

Daniel yüz ifademi görünce o ciddi ifadesi silindi fakat gülmüyordu. "Sadece şakaydı. O kadar," elleriyle tırnak işareti yaptı. "Ezik değilim. Sadece ne parlayanlar, ne de dolaplara itilenler kısmındayım."

"Bu tarz şeyleri önemseyen birine benzemiyorsun."

"Ya? Nasıl birine benziyorum?"

"Zeki ve havalı."

"Evet, şu an iyi olmaya çalıştığını anlıyorum ama gerçekten tek istediğim şey şu berbat yolu müzik dinleyerek geçirmek."

Yanından kalkmadım. Gitmemi bekledi. Bir süre birbirimize inatçı bakışlar attık fakat o sonunda gözlerini devirip kulaklıklarını takarak pes etti.

Durakta indiğimiz de konuşmadık. Ve gerçekten aynı durakta indiğim insanı bile fark edemediğim için kendime üzüldüm. Dünyaya algılarımı kapatmışım gibi hissediyordum.

Gerçekten Daniel'ın söylediği gibi biri miydim?

If This Is LoveWhere stories live. Discover now