Otuz Altı: İyi Uçuşlar

2K 207 1
                                    

Babam gerçekten de önce annemin birkaç saatlik, sonra benim birkaç saatlik ısrarımdan sonra ancak ikna olabildi. Eğer izin vermeseydi muhtemelen son çarem olan ağlama krizine geçecektim- ki bu da babamda çoğu zaman işe yarardı.

Annemle olmamı babam da seviyordu fakat New York'a ne zaman gitsem, oradan ayrılmam çok zor olduğu için eve üzülerek gelmemden ve günlerce yatakta depresyon içinde geçirip sadece kahveyle beslenmemden pek hoşlanmıyordu.

Fakat bu sefer gerçekten anneme çok ihtiyacım olduğunu, kızsal bir desteğe gerek duyduğumu söyleyince biletimi dakikalar içinde aldı.

Uçak yolculuğu harikaydı. Neels York'a gitmesi bile inanılmazdı. Uçak yemekleri mükemmel oluyordu. Üstelik sadece bir film ve birkaç şarkı listemde orada oluyordum. Havaalanında kendi başıma kahve içmeyi bile seviyordum.

Annem beni havaalanından alıp, dairesine sadece yarım saatte götürdü. Ki bu New York trafiği için inanılmaz bir hız demekti. Burada olduğum için oldukça heyecanlıydı. En az benim kadar.

Annemin apartman dairesi herkesin hayal ettiği o New York evlerinden biriydi. Şehrin içinde ama aynı zamanda yeşilliklerin arasında. Ne çok sessiz ne çok sesli. Her yere yakın ama fazla insandan uzak. Hem modern hem klasik. Caddeyi gören boydan boya pencerelerinin önünde Noel'de kar yağarken annemle oturup sıcak çikolata içip battaniyelere sarınmak en sevdiğim kısımdı. Sırf bu yüzden en sevdiğim bayramdı.

Califoria'da kar sadece birkaç kararmış bulut demekti çünkü.

Annem son gördüğümden beri biraz daha kilo vermişti. Turu fazla yoğun olmalıydı. Çok fazla hayranı vardı. Hangi kızın annesinin Twitter'da daha çok takipçisi olurdu ki?

Onunla gurur duyuyordum.

Altın sarısı saçları daha da uzamıştı. Ela gözlerini hep sevdiğim gibi üstlerine siyah ince bir kalem çekerek renklendirmişti. Ondan aldığımı bildiğim geniş dudaklarına sürdüğü kırmızı ruju ve lacivert-beyaz çizgili gömleği ile görebileceğiniz en New Yorklu kadındı.

Annem bana beş kez sarılmış olsa da eve geldiğimde yine sarıldı. Yanaklarım tekrar tekrar öptü. Sonra da rujunun likit olduğu için endişelenmemem gerektiğini söyledi.

Annenizin hala genç bir kadın olması bazen hayatı çok daha eğlenceli bir hale getirebiliyordu.

"Burayı çok özlemişim," dedim.

"Güven bana New York da seni özledi."

***

Ertesi gün annem gezimiz için vereceği bir röportajdan vazgeçtiği için biraz kendimi suçlu hissettim. Ancak bana zaten haftada bir milyon tane verdiğini, benim her derginin sorduğu sorulardan oluşan bir röportajdan çok daha değerli olduğumu söyleyince sevinçten daha fazla kötü hissedemedim bile.

Annemle hep yaptığımız gibi Central Park'ı, Özgürlük Heykelini, Empire State Binası'nı ve Times Square meydanını gezdik. Almaması için yalvarsam da bana beğenerek baktığım ne varsa aldı. Tonlarca güzel yemek yedirdi- New York sandviçler konusunda kesinlikle California'dan iyiydi ama adil olmak gerekirse hamburger işi Los Angeles'ındı. Ve etrafta bulabildiğimiz tüm üniversite rehberlerini bulmuş, konuşmuş, üstüne bir de kitapçıdan çok güvenli olup olmadığından pek emin olamadığım Ne Olmak İstediğinizi Bilmiyor Musunuz? adında bir kitap- yemin ederim böyle bir kitap vardı- almıştık.

Rockefeller Center'da buz pateni yapmamız için ısrar edince ona hayretler içinde bakakaldım. Ağzına kadar dolu sırt çantalarımız ve yorgunluktan bayılmak üzere olduğum bacaklarımla değil buz pateni, ev dışında bir yere gidecek halim yoktu.

Annemin enerjisi şaşırtıcıydı.

Ve beni biraz üzdü. Onun adına çok mutluydum. Evdeyken sürekli saçları topuz, yemekler içinde kaybolup sadece televizyon izlerken sürekli halsiz görünürdü. Buradaysa imkanı varmış gibi daha da gençleşmişti. Muhtemelen benimle aynı beden giyebilecek kadar sağlıklı hayata odaklanmış, hayat enerjisi almaya başlamış, kendine aşık olmaya başlamıştı galiba.

Her kadının yapması gerektiği gibi.

Tanrım, anneme galiba hayrandım.

Tıpkı Twitter'daki 400 bin takipçisi gibi yani.

"Anne lütfen artık eve gidelim," dedim bacaklarımda hissetmeye başladığım kesik hissi ile iki büklüm olurken.

"Haklısın ama çok az zamanımız var. Bu yüzden bol bol gezmek istiyorum seninle. Üstelik en sevdiğin yere bile gidemedik."

"Metropolitan Sanat Müzesi mi? Hatırlıyor musun?"

Küçüklüğümden beri- annem New York'ta oturmadan önce bile- müzeyi çok severdim. Çok büyüktü ve müziği dahi tadabileceğiniz bir yerdi. Size o an hissettiğiniz her şeyi unutturup, bencilce sadece kendini hissettirecek kadar acımasız bir yerdi.

Bayılıyordum.

Ve annemin hala bunu hatırlıyor olması beni daha çok şaşırtmıştı.

"Evet. Elbette! Belki yarın gidebiliriz. Ne dersin?"

"Anne, pazar günleri çok kalabalık olur biliyorsun."

"Ne yapmak istersin?"

Onu kolundan tutup koltuğa oturttum. Dizlerini toplayıp bana merakla bakıyordu.

"Sadece beraber vakit geçirmek istiyorum. Konuşmak. Çok konuşmak."

"Elbette, ne olursa!"

Derin bir nefes aldım. Yukarıdan gelen rüzgarın sesiyle hızla yerimden kalktım. "Terasa çıkabilir miyiz? Lütfen? Sana o sevdiğin ballı çaydan yaparım."

"Ee... olur ama biraz soğuk değil mi?"

"Kalın giyiniriz!"

Gülüp başını salladı. "Pekala o zaman."

If This Is LoveWhere stories live. Discover now