Yirmi Dokuz: En Büyük Yeteneklerimiz

2.3K 249 23
                                    

"Soru üç," dedim hamaktan düşmemek için kendimi biraz daha içe aldım. "Eski ilişkilerinden öğrendiğin en önemli ders?"

Ayak bileğimde gezinen elini karnına koydu. O hamağın bir tarafında, bense diğer tarafında uzanıyorduk. Fakat bir bacağını hamaktan dışarıya sarkıtması gerekiyordu, çünkü bacakları çok uzundu.

İç çekip gözlerini gökyüzüne kaldırdı. Düşünürken onu karşıdan süzüyordum. Hafta sonlarını iple çekiyordum, çünkü Daniel ancak bu zamanlarda benimle vakit geçirebiliyordu. Okuldan sonra, kulüp derslerinden de sonra, çıkıp gelebileceğini söylemişti ama çok yorgun olduğunu biliyordum. Bu yüzden vicdan azabı çekmeden onunla görüşebiliyordum. Üstelik okulda bazen öğle yemeklerini beraber yiyorduk.

Bazen.

"Sanırım... bir ilişkinin devam edebilmesi için hangi tarafın karşı tarafı daha çok sevdiğinin bilinmemesi lazım. Asla."

Bir an bizden bahsettiğini sanıp paniğe kapıldım ancak hala gökyüzüne bakıyordu.

"Daha önce kalbin kırıldı mı?"

Gülüp kafasını kaşıdı. Bukleler bir yukarı bir aşağı oynadı. Sonunda gözleri benimkilere bakıyordu. "Kimin kırılmamıştır ki?"

"Benim."

İç çekti. "Evet. Sen daha çok kalp kıran taraf oluyorsun galiba."

Ayağımla ona yavaşça vurdum. Kendimi kötü hissediyordum. Daniel'ın geçmişi hakkında hiçbir şey bilmiyordum. İfadesinin değişmesinden dolayı da pek parlak olmadığını tahmin edebiliyordum. Sormak ya da diğer soruya geçmek arasında kaldım. Midem kasılmıştı. Onu daha çok üzme ihtimalini göze alamadım.

"Tamam dördüncü soru. Mükemmel gün senin için ne olurdu?"

"Şu an."

"Klişesin."

"Evet," dedi iç çekip devam etmem için beni cesaretlendi. "Diğer soruyu alayım."

Telefonumu dönüp, genzimi temizledim. Sonbahar kendini yavaş yavaş hissettirmeye başlıyordu. Elbette California için sonbaharı nasıl tanımladığımıza bağlıydı bu da biraz. Meltem aramızda gezerken, bahçe çok sessizdi.

"Biraz geç öğrendiğin şey nedir?"

"Affedici olmam gerektiği."

"Kime karşı?"

"Babam."

"Neden?"

"Aramız çok iyi değildi. Öfkeli biriydi. Sürekli bağırıp çağırırdı."

Sorumu hiç düşünmeden cevaplaması beni biraz endişelendirmişti. Yüzünü inceliyordum fakat sanki en sıradan şeyden bahsediyormuş, bir alışveriş listesini okuyormuş gibi konuşuyordu.

"Onu affetmedin mi?"

Başını iki yana salladı. Ağaçların gölgesi yüzünün bazı kısımlarına vuruyor, bazı kısımlarına değen diğer şanslıysa güneş oluyordu. Bir gözüne düşen ışık, diğerine düşen gölge yüzünden bir gözü açık diğeri oldukça koyu bir renkte yeşil görünüyordu. Çilleri bir tarafta parlarken diğer tarafta görünmüyorlardı bile.

"Edemedim. Öldü."

Az daha hamaktan düşüyordum. Gözlerim koskocaman açılıp ne diyeceğimi bilemez bir şekilde öylece kaldım. Bunda ne denirdi ki? İnsanlar milyonlarca kelime biliyordu, milyonlarca kitap, şarkı, senaryo yazıyorlardı.

Fakat hala bu tür durumlarda ne denileceğini bulma konusunda berbatlardı.

"Ben çok--"

"Evet, sıkıntı değil. Zaten çok yakın değildik. Diğer soru."

Hala ona hayretler içinde baktığımı fark edince kaşlarını kaldırıp ellerini kaldırdı. "Diğer soru?" diye tekrarladı.

"Ee... tamam, şey. Diğer insanların yapıp seni iğrendiren hijyen dışı bir şey var mı?"

"Bu soruları nereden buldun?"

"Sadece seni tanımak istiyorum," dedim gülüp. "Şu an tanıdığımdan daha fazla."

Sonunda kocaman gülümseyince üstümdeki ağırlık da uçup gitti. Üç ay önce bu çocuğa tutulacağımı kim tahmin edebilirdi? Tüm liseyi, onu tanımadan geçirdiğim için kendimi o kadar kötü hissediyordum ki elimden gelen her şekilde onun hakkında her detayı öğrenmek istiyordum.

Onsuz kaçırdığım her yılı birkaç güne nasıl sığdıracaktım hiçbir fikrim yoktu.

"Bilmiyorum. Belki... ellerini yıkamamak?"

"Tanrım, düşündüğümden daha normalsin."

"Ne dememi bekliyordun? Deney yaparken laboratuvar araçlarımı kullandıktan sonra özel asitlerle yıkanmaması midemi çok bulandırır ıy mı?"

"Evet? Hayatımın Einstein'ı falansın sen."

"Çok zeki insanlar tanımıyorsun galiba."

Hamakta doğrulup, oturdum. Dengemi sağlamak için- ya da kim bilir belki sadece bir bahaneydi ona dokunmayı ne kadar sevdiğimi kendisi de biliyordu- elimi karnına koydum.

"Zeki olduğunu biliyorsun. Bu yüzden beni bu kadar etkiliyorsun. Bir de şu McDonalds'ın kıvırcık patateslerine benzeyen saçların var tabii."

Eliyle kalbinin üstünü tuttu ve sahte bir duygulanma ifadesi ile oynadı. "Bu duyduğum en güzel iltifattı vay canına."

"Sıradaki soru. Kendinde olup, birçok insanda olmadığını düşündüğün yeteneğin nedir?"

Benim gibi düzelip, oturdu. Ortaya binen ağırlık yüzünden biraz daha ona yaklaşmak zorunda kaldım.

"Alfabeyi tersten şarkı söyleyerek sayabiliyorum."

"Vay canına," dedim etkilenerek.

"Bir de kalemi elimle çevirip, döndürebiliyorum."

"Tam bir sanatçısın."

If This Is LoveWhere stories live. Discover now