Bölüm 2/🤴👸🐉

30.9K 2.2K 419
                                    

Gözlerimi açtığımda yoğun baş ağrısı karşıladı beni. İlk önce nerede olduğumu anlamaya çalıştım. Uzandığım yerden kalkarken ellerimin altındaki hışırtı ile üstüme baktım. Prenses elbiselerine benzeyen daha çok ortaçağ tarzında olan kırmızı bir elbise giymiştim.

En son neler olduğunu hatırlamaya çalışırken, soğuk zeminden kalkmış, taş duvara sırtımı yaslamıştım. Merdiven gibi ama giderek yükselen bir yapının içindeydim. Başımı kaldırıp yukarı baktığım da merdiven sonsuza kadar uzanıyormuş hissi veriyordu.

Sanki burayı daha önce görmüş gibiydim.

"Koş çabuk!" diyen ses ile birlikte birden yerimden sıçradım.

Bana doğru gelen esmer iri yapılı adama hayretle baktım. Gözleri mavinin en koyu tonuydu ve siyah saçları koşdukça arkasında dalgalanıyordu. Yanıma geldiğin de hiç beklemeden elimi avucuna hapsetti ve benide peşinden sürükledi. Ben şaşkınca ona ayak uydurmaya çalışıyorken merdivenler yerine sol taraftaki duvarın önünde durdu.

"Hadi ama burada olman gerekiyor" dedi eliyle duvara baskı uygularken.

Bir anda yüzünde oluşan o anlık mutlulukla istediğini elde etmiş gibiydi. Elini bastırdığı tuğla geri giderken diğer tuğlalarda ona eşlik etmiş ve bir kapı oluşturmuştu. Arkasına endişeli bir bakış attığında benimde gözlerim istemsizce oraya kaydı.

"Gitmemiz gerek Rose" deyip küçük kapıdan önce kendi bedenini sonrada beni içeriye çekti.

"Rose ben miyim? Sen kimsin ayrıca burada ne yapıyoruz?" dedim şaşkın bir şekilde hem önümdeki adamı takip edip hem de sorularıma yanıt ararken.

"Kısaca anlatacağım her zaman ki gibi. Buraya bizi kahrolasıca bir İblis hapsetti. Hiç yaşlanmıyoruz Rose, hiç değişmiyoruz. Yüzyıllardır buradayız ve sen her gün beni hatırlamadan uyanıyorsun güne"

"Peki buradan neden çıkmıyoruz? İblis öldü ve lanetlendik mi?" dedim sorgulayıcı bir tavırla.

"İblis halen yaşıyor. Krallığımız bizi kurtarmak için kimi gönderdiyse hepsini bertaraf etti. Prenses Rose'sun, Prens Archie'nin yani benim sevgili eşimsin. Seni, beni unutman için lanetledi. Biz birbirimizi seviyorduk eğlendiğimiz gündü. O gün İblis çıkıp geldi çünkü beni seçmiştin, O'nu değil. Seni benden aldı ve unutturdu aşkımızı. Her doğan güneşle yaşadığımız günü bile unutuyorsun"

Söylediği kelimeler kalbime dokunurken, gözlerindeki aşk, acı ve yıkılmışlık esir aldı beni. Kalbimin derinliklerinde bile olsa hissediyordum. Bu yüzden bana her günü unutturuyordu yoksa ona yeniden aşık olmam kaçınılmazdı. Karşımdaki adam yüzyıllara inat bana olan sevgisiyle ayakta durmuş gibiydi. Tek kalesi ve umudu benmişim gibi bakıyordu.

"Şimdi nereye gidiyoruz?" dedim elimi tutup meşalelerle aydınlatılmış dar bir yola girdiğimizde.

"Bu kaleden kurtulmak için artık kimseyi beklememeye karar verdik Rose. Beraber bir plan yapmaya başlamıştık ama sen her gün unuttuğun için geliştirme işi bana kaldı"

"Peki buradan nasıl çıkmayı planladık?" dedim sesim boş duvarlarda yankı yaparken.

"Bir çıkışı var ama ölümle eş değer o yüzden akıllıca olmalıyız ve tek şansımızı kullanmalıyız"

Archie'nin sesi beni yatıştırırken, hızına ayak uydurmaya çalışıyordum. Bilgilerimi kısaca gözden geçirdim. Bir Prensestim, elimden tutan adam ile evliydim, bir İblis tarafından lânetlenmiştim ve bir kulede hapsedilmiştik. Kalbim bir an sıkıştı ve zorlukla yutkundum.

"Sakin ol Rose" dediğinde tekrar bana dönmüştü.

"Nasıl anladın?" dedim. Titrek alevlerin ışığında baktığım mavi gözlerinde parlayan bir mücevher gizliydi. Bir eli elimi bırakmazken diğerini saçlarına daldırıp karıştırdı.

"Sen benim karımsın. Yüzyıllardır beraberiz, nefes alışından bile anlarım hislerini"

Yüzünü yere çevirdiğinde tebessüm ettim. Tekrar yürümeye başladığımız da onu arkadan süzüyordum. Geniş omuzları ve kaslı yapısıyla oldukça dikkat çekiciydi. Gözlerim karşı karşıya geldiğiniz de çenesine denk geliyordu.

Üstünde benimki gibi ortaçağdan kalma bir kıyafet vardı. İpek olduğundan şüphe ettiğim bembeyaz bir gömlek, altın sarısı işlemeli siyah bir ceket, bacaklarını sıkıca saran siyah bir pantolon vardı üstünde.

"Bu plan bu sefer işe yarayacak mı?" dedim incelememi tamamlayıp puanımı verdim. 10/10 almıştı.

"Umarım Rose. Artık senden başka tutunacak dalım kalmadı"

Sesindeki o yumuşak ton bir zehir gibi damarlarımdan geçti, kalbime sızdı. Birkaç saniye sonra içimi çektim.  Tanıdıklık hissi giderek artıyordu.

Beraber ilerlediğimiz koridorun sonuna geldiğimiz de Archie biraz önce duvara yaptığı gibi burada da elini duvarda gezdirdi ve bastırdığı tuğla ile çıkış kapımız açıldı. Geldiğimiz yer bir odaydı ama basit bir yer değildi. Bir Kraliyet odası gibi zengin ve gösterişli görünüyordu. Etrafıma hayranlıkla bakıyordum.

Yatağın dört uzun demiri tavana kadar uzanıyordu, tülleri ise yerleri süpürüyordu. Beyaz ve altın işlemeli büyük yatağın karşısında, beyaz altı kapaklı bir gardırop vardı. Ortada ise on iki kişilik uzunca ahşap masa ve sandalyeler.

"Rose, kolyeni çıkart" diyen Archie ile etrafta olan gözlerimi ona doğru çevirdim. Elimi boynuma attığım da zinciri yakaladım ve elbisenin içinde, göğüs oluğuma inen sert metali çıkarttım. Bir pusulaya benziyordu.

"Gitmemiz lazım" diyen Archie dolaptan aldığı kılıçlardan birini bana uzattı.

Kılıcın kabzası elime değdiğinde yine o his oluştu. Bu kılıç benim için yapılmıştı. Rahatlıkla elimde tutup öne ve arkaya doğru hareket ettirdim. Archie'nin gözlerindeki o hayran parıltıyı yakaladığım da gülümsedim.

"Pusulayı bana doğru çevir" dediğin de kılıcımı bir elimde tutup pusulayı ona gösterdim.

"Bize çıkış kapısını gösterecek değil mi?" dedim dikkatli bakışlarım pusulanın üstünde gezerken.

"Her zamanki gibi çok zekisin" dedi bana göz kırpıp.

Modern Zaman Prensesi (Tamamlandı)Where stories live. Discover now