Bölüm 21/🤴👸🐉

13.2K 1.5K 133
                                    

"Prenses mi?" dedim yutkunarak. Arkamı döndüğüm de Arel ve Ares'in tek tek baktım. İkisi de normal bir ifadeyle beni izliyordu. Diğerleri önümde eğilirken ikisi de dimdik duruyordu. En sonunda Arel bir şeyler söyleme gereği duymuştu.

"Prenses yolunu kaybetmiş, izin verelim biraz dinlensin" diyerek herkese hitaben konuşmuştu.

Önümüzdeki yol insanların yana çekilmesiyle açılırken burada duramayacağımı anlayarak saraya doğru ilerlemeye başladım. Arkamdaki iki adamla sıkı bir konuşma yapmam gerekiyordu. Etrafı dikkat çekmemeye çalışarak incelemeye başladım. Sonuçta her gün bir saraya konuk olmuyordum! İhtişamı karşısında bir miktar hayranlığımı saklayamamış olabilirdim ama burası gerçekten de çok dikkat çekiciydi. Özellikle altın varaklara sahip büyük kapılar, yüksek şamdanlar, geçtiğimiz yol üstündeki heykellerin güzelliği anlatılamayacak kadar muhteşemdi. Sarayın içine girdiğimiz de birisinin boynuma atlaması bir oldu.

"Abla seni ne kadar merak ettik haberin var mı?"

Kızı kendimden uzaklaştırıp anlamsız bir şekilde baktım. Abla mı? İyide benim bir kız kardeşim yoktu ki? Saçları benim bal rengi saçlarıma göre daha kuyuydu, gözleri kahverengiydi. Yüz tipimiz benzemiyordu, anneme ya da babamada bir benzerliği bulunmuyordu. Saçlarımı annemden, gözlerimi ise babamdan almıştım ben.

"Prenses oldukça yorgun görünüyor, ormanda kaybolmuş. Dinlenmesi ve kendisini toparlamasi için ona izin verelim biraz Annabella." Arel yine kelimelerini sıralayıp, beni kızın kollarından kurtarmıştı.

"Tabiki Kralım" diyerek başını hafifçe eğdi kız.

Arel bir Kral mıydı? Peki ben onun eşiysem nasıl Prenses oluyordum? Benim de Kraliçe olmam gerekmiyor muydu? Aferin Gül, her şeyi kabul ettin zaten bir Kraliçe olmanı eksik görüyorsun. Derin bir nefes aldım ve sakinleşmeye çalıştım. Yürümeye devam etmekten başka bir şey gelmiyordu elimden üstelik nereye gideceğimi bile bilmiyordum.

"Başım dönüyorda biriniz yardımcı olabilir mi?" diye sordum olduğum yerde durarak. En azından bu yolla beni gideceğim yere götürebilirlerdi. İkiside aynı anda önüme geçip elini uzattığında bunu hesaba katmadığım geldi aklıma.

"Birden iyileştim sanırım" diyerek yürümeye devam ettim şirince gülümseyip. Zaten başıma ne geldiyse bu ikisi yüzünden gelmişti. Elbet bir yerden sonra beni durduracaklardı.

Koridorda ilerlerken beni gören muhafızlar eğilip selam veriyorlardı. Boş koridorda adımlarımız yankılanırken, belirli bir aralıklarla dizilmiş meşalelerin ışığında yürüyorduk. Bir kapının önüne geldiğimiz de iki muhafız kapıyı sonuna kadar açtı. Benim içeri girmemi bekliyorlardı, büyük ihtimalle. Yoluma devam ederek odadan içeriye girdim.

Prenses odası dedikleri bu olsa gerekti. Oda benim evimin tamamından bile büyüktü. Ortada duran en az dört kişilik yatağı görmemek için kör olmak gerekirdi. Bembeyaz ve üstüne atlama gereği duyulacak kadar yumuşak görünüyordu. Dört büyük direkle tavana kadar ulaşan kenarlıklardan beyaz tül perdeler yere kadar uzanıyordu. Duvarın köşesinde giyinme kabini olarak kullanılması için hasırdan bir alan vardı. Giysi dolabı ise abartısız duvardan duvaraydı neredeyse. Gerçi üstümdeki elbiseye bakarak boydan baya olması normal geldi çünkü oldukça kabarıktı. Pencere kenarında ahşap bir masa ve sandalye vardı. Masanın ayakları l şeklinde kıvrılıyordu ve ince ince şeritler halinde altın rengi hakimdi. Sandalye ise oldukça gösterişli, büyüktü sanki bir taht gibi. Oldukça da ağır görünüyordu.

"Odanı sevdin mi?" İncelemem bitince Arel'e doğru döndüm. Ares'in neden hiç konuşmadığını da tabi ki merak ediyordum.

"Çok beğendim ömrümün sonuna kadar burada yaşarım mı demem gerekiyor? Lütfen Arel biraz mantıklı ol ben bu zamana ait değilim!"

Sesimin yüksek çıkmasını umursamadım. Sanki her şey normalmiş gibi davranan bir adam vardı karşımda. Ne kadar onun evleneceği kişi olduğumu iddaa etsede bu yüzlerce yıl önceydi. Geçmişte onu seviyor olmam şu anda da sevecek olacağım anlamına gelmiyordu. O an fark ettim ki bütün bu delice şeyleri yavaş yavaş kabulleniyordum. Sanırım delirmemek için de inanmam gerekiyordu. Arel'in gözlerinde ki hayal kırıklığı ile kendimi kötü hissettim.

"O'na Rose demekten vazgeç, görmüyor musun o artık Gül."

Ares'in sözlerinin altında yatan gerçek ile daha önce fark etmediğim bir şey ortaya çıktı. Arel bana geçmişteki ismimle sesleniyordu, beni Rose olarak kabullenmişti. Ama Ares beni bugünumle kabulleniyordu bana ısrarla Gül demesinin nedeni sanırım buydu.

Devam edecek...

Modern Zaman Prensesi (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin