otuz yedi

859 95 35
                                    

"Komik değil," dedim Jimin'e karşılık gülerek. "Dün sana bu konuyu açtığım için kızgınsın ve bilerek böyle yapıyorsun," dedim ve başımı ona çevirdim. Hala gülüyordum ancak yüzündeki ciddiyet donmama sebep olmuştu. Hayır ya, şaka yapıyor. Bilerek ciddi kalıyormuş gibi yapıyor. Yemezler Jimin-ah!

"Şaka yapıyor gibi mi gözüküyorum?"

"Hayır ama şaka yaptığını biliyorum."

"Böyle bir şeyin şakasını yapacak biri miyim sence?"

 Sorduğu soru ile gerçeğe çevirmişti beni. Jimin asla ayrılmamızın şakasını yapmazdı ve ben yapınca da ciddileşir, dağıtırdı konuyu. Ciddiydi yani. Ciddi olduğuna inanmak istemiyorum. Neden ciddi olsun ki? Ne gerek var?

"Annem ve babama bahsettim. Beni okuldan almamak için ayrılmamız gerektiğini söylediler," dedi Jimin. Bu sefer açıklama da getirdiğinde yumruğumu sıkıyor, tırnaklarımın avucuma batmasına izin veriyordum. Sinir bozucuydu. Şimdi de keşke hiç söylemeseydi, keşke hiç zorlamasaydım, diyordum içimden ancak en azından ailesi gerçeği öğrenmişlerdi. Ama sonuç, ayrılmamızla sonuçlanmıştı. 

 Ne kadarlığına ayrılacağız, diye sormak gelmişti içimden. Durdurdum kendimi. Ne kadarlığına diye bir mevzu yoktu çünkü. Cidden ayrılıyorduk, süresiz bir süre için. Süresiz. Ayrılacağız ve bir daha birbirimizden asla haberdar olamayacağız, öyle mi?

 Ayrılırsak aynı okulda olup birbirimizi her gün görebileceğiz, her ne kadar iletişim kuramasak ve birbirimizle alakamız olmasa bile... Ya da ayrılmayacağız ve Jimin başka okula gidecek. Bu sefer de bizi zorla ayırmış olacaklar. Sonunda hep ayrılıyoruz, öyle mi? İstemiyorum. Ayrılmak istemiyorum. Onun olmadığı bir günü bile geçirmek bana çok zor gelecek, biliyorum. Onu bırakmak istemiyorum.

 "Ayrılmak zorundayız," dedi Jimin. Sesi ile gerçek dünyaya geri döndüğüm an hissettiğim gerginlik ve huzursuzlukla birlikte biraz daha sıktım ellerimi. Dediği her şey beni daha da geriyor ve kafamı duvara sürtme isteği uyandırıyordu ancak tek yapabildiğim oturmaktı. Donup kalmıştım... Elimden hiçbir şey gelmediği gerçeği sinirimi çok bozuyordu ve dışarı yansıtamıyordum.

"Annem okuldaki rehberlik öğretmeniyle görüşmüş, birkaç tane öğretmenle daha... Bir süreliğine gözleri üzerimde," dedi ve başını aşağı eğdi. "Buna beden eğitimi öğretmeni de dahil," demesiyle başımı geri atarak sinirle bir gülüş savurdum.

"Bu korkunç, biliyorsun değil mi? Seni kaybedeceğim ve sonrası yok," dedim gözlerimizi birleştirerek. Gözlerimden yaşlar sakin akıyordu ama içimde sönüp sönmeyeceği belirsiz olan bir fırtına vardı. "Jimin-ah, ne demek ayrılıyoruz? Bu intihar gibi," dedim tüm ciddiyetimle. Sesim titriyordu. "Öyle," dedi Jimin bana karşılık. Gözlerimizi birleştirmekten öyle bir hırsla kaçıyordu ki...

"Ayrılacağız ve sen bir daha benim hayatımda olmayacaksın, bu mu yani? Vardın ve yoksun? Bir daha ne zaman olacaksın? Hiç mi?"

 Hiç... Bunu aklımdan geçirmek bile istemiyorum, öylesine kaçıyorum ki ellerim ağrıyor, titriyor, sızıyı hissediyorum. Her an bayılacakmışımcasına bir sinir bastı, başım dönmekle dönmemek arasında gidip geliyor, o da dengesiz. 

"Hiç mi Jimin-ah?" derken Jimin cevap vermekten kaçtı. Bunu çoktan kabullenmiş miydi yoksa sadece kaçıyor muydum benim gibi aklına getirmekten, bilmiyordum. 

 Tanrım, şurada bayılayım, diye geçirdim içimden. Zamanı geri sarayım, tekrar doğayım, diye de ekledim. Ailem beni kabullensin, mutlu bir ailede büyüyeyim, derken gözlerimden yaşlar akmaya devam ediyordu. Böylece kimse beni eleştirmez, iyi biri olarak kabul ederdi, hiçbiri benim suçum değil, bunu anlarlardı, kötü biri değilim ben... 

paperplane || park jiminWhere stories live. Discover now