kırk altı

482 62 21
                                    

Evden her ne kadar üvey babamı atsak da ikimizi de uyku tutmamıştı. Annem hala yaşadıklarının etkisindeydi ve dakikalardır kendine nasıl böyle bir şeyi kendisine yapabildiğini sorup duruyordu. Ben ise Jimin'i arkada bırakmış olmanın acısını içimde yaşıyordum. Bi,r yandan da nu bırakmış olmanın ona daha iyi geleceğinin farkındalığı ile küçük bir teselli hissediyordum ama boşluk, aynı boşluktu. Olmayan Jimin yine yoktu. Gecenin karanlığında, açık televizyondan gelen karma gürültüler eşliğinde oturuyorduk işte salonda.

"Nasıl? Bana bunu nasıl yapar?"

Annemin sesi artık otomatikleşmişti sanki. Sürekli dediği cümleler bir kere daha kulağıma dolarken oturduğum yerde kayarak kollarımı ona sardım.

"Kafanı çok yorma anne," dedim sırtını sıvazlarken. Ağlamıştı da, sadece o kadar gözyaşından sonra artık akacak damla kalmamış; kuruyan damlalar sayesinde de gözlerinin altı pasparlak olmuştu.

"Üzüldüğünü ve sinirlendiğini biliyorum ama gitti işte. Böyle biriymiş demek ki. Görememek senin suçun değil. Bilemezdin."

"İki yıl HyeRim. İki yılımı ben bu adama güvenerek harcadım..." dedi annem üzülürken. "İki yıl bir dediğini iki etmeden ona güvendim," diye de ekledi. "Ve bana karşılığı bu..."

"Bazı insanlar böyledir anne..."

"Beni uzun süre kullanmış ve ben o kadar körmüşüm ki... O istediği için istemediğim yerlere gittim, sırf o mutlu olsun diye yapmadığım şey kalmadı, harcamadığım zaman, para... Elimden gelen her şeyi onun için yaptım ama onun bana karşılığı bu..."

Annem parmaklarına bakarken yüzüğünün eksikliğini görmesi ile tekrardan ağlamaya başladı. Bir hırsla o adamın kafasına attığı yüzüğün orada olmayacağını bilse de elinde göremeyince üzülüyordu. Bu üzüntüyü biliyorum. Evet hiç nişanlanmadım ya da evlenmedim ama o yüzüğün eksikliğinin ne hissettirdiğini biliyorum.

"Boşver anne. Ayakta durmak için o yüzüğe ya da o adama ihtiyacın yok," dedim gerçekleri söyleyerek. Elimi de inceleyip durduğu parmaklarının üstüne kapattım. "O olmadan önce nasıldın? Hatırlamakta zorlanıyor olabilirsin ama sen güçlüydün, anne. Sen kızına bakabilmek için yıllarca çabaladın ve başarılı birisin artık. Sen güçlüsün. Başkaları sana kötü davrandı diye kendine üzülme. Kendini değersizleştirme; kendini güçsüz görme. Sen hep güçlüydün ve bir aşağılık sana kötü davrandı diye değersizleşmiyorsun. Sen sensin ve sen değerlisin. Kendine de kızma. Kendini paralamana değmez. İnan bana."

Anneme yaptığım bu konuşmadaki her kelime öylece teker teker ağzımdan dökülmüştü sadece. Bu dediklerim de Jimin'in bana dediklerine öyle çok benziyordu ki sırıtmadan edemedim. İşte, Jimin bana çok şey katmıştı. Ama ben... Hiçbir şey.

Annem de sakinleşmişe benziyordu, gerçekten dediklerimi dinlemişti sanırım. Dinlemeliydi de. Ona gerçekleri söylüyordum, sahte bir gerçeklik sunmuyordum.

"Cidden bak. İnan bana. O aşağılık seni kullandı. Evet. Olabilir. Ama şimdi de hak ettiğini aldı; yüzüğü kafasına ve kıçına da tekmeyi yedi. Defolup gitti. Senden uzak."

"Ha-haklısın..." dedi annem gözyaşlarını ittirip de başını bana çevirerek. Sırtını sıvazlamaya devam ettim. "...ama ben onu çok sevmiştim..."

Cümlesini tamamladıktan sonra annem daha da güçlü ağlamaya başlamıştı. Ah... İşin duygusal tarafı da vardı elbette. Sanırım bu yanı en iyi anlayabilecek kişi de Jimin'di. Yani benim onu kendimden uzaklaştırmak için yalan söylediğim o zamanı düşünüyorum. Jimin'le o akşam konuştuklarımız, daha çok onun bana anlattıkları, çok duygusal şeylerdi. Onun için koskocaman bir fırtınaydı bu. Kızmak istemişti ama kızamamıştı. Kullanılmıştı ama vazgeçememişti. Annem de bu ikilemde kalmıştı sanki. Sadece gerçek versiyonuydu.

paperplane || park jiminWhere stories live. Discover now