üç

3.3K 268 161
                                    

Her zamanki boğucu sınıftan çıkmış, koridora atmıştım kendimi. İyi hissediyordum. Aklıma kötü düşünceler geldiğinde, halsiz hissettiğimde boynumdaki kolyenin ucundaki yüzüğü tutuyor, onunla oynuyordum. Beni kötü düşüncelerden uzaklaştırıyor, moralimi, halimi yerine getiriyordu. O çocuğun kim olduğunu merak da ediyordum. Hakkında bildiğim tek şey 'pjm.'di.

Koridordan merdivenlere doğru ilerlerken gözüme çarpan kalabalık arkadaş grubuna verdim dikkatimi. Onları ilk görüşüm değildi. Genelde bu katta takılırlardı, oysa ki hepsi farklı yaştaydı ve farklı sınıfların öğrencileriydiler. Arkadaşlıklarının çok sağlam olduğunu duymuştum bir yerden. Ortaokuldan bu yana çok güçlü arkadaşlıklarıyla insanları kıskandırdıklarını da duymuştum. Tabii kim istemezdi ki böyle bir arkadaşlığı...

İçlerinden biriyle gözgöze geldiğimiz anda, değişik bir şeyler hissetmiştim. Adımlarım yavaşladı, gözlerine bakmaya devam ettim. O da gözlerini çekmedi. Ancak merdivene geldiğimde gözlerimizi ayırabilmiştim.

İki basamağın ardından istemsizce derin derin nefes almaya başladığımı fark ettim ve adım atmayı durdurup sırtımı duvara yasladım. Elime göğsüme koydum ve kendi kendime nefes nefese mırıldanmaya başladım. "Bu da neydi?" Gözlerimi kapatıp sıkıca sıktım. "Hayır HyeRim. Sakin ol. Sakin ol..." dedim ve kendi göğsümü patpatladım. Ah, neden böyle oldu ki bir anda?

Başımı sağa sola sallarken elimi kolyeye attım. Ne olursa olsun, beni sakinleştirmeye yarıyordu çünkü. Sakinleştiğimi hissedince merdivenden aşağı adımlamaya devam ettim.

Kantinden elimde bisküvi paketiyle çıkarken zilin çalması derste bu bisküviyi yiyemeyeceğim gerçeğini gözler önüne sunuyordu. Acı içinde elimdeki pakete baktım. Oysa ki seni yemek için ne kadar heveslenmiştim.

Merdivenlerden adeta koşarak çıkmıştım. Oradaki arkadaş grubu da koridordaki diğer insanlar gibi dağılmaya başlamıştı. İstemsizce gözgöze geldiğim o çocuğu arıyordum. Sanırım içime yaydığı o enerjiyi beğenmiştim.

Koşarak sınıfımdan içeri girdim ve sırama yerleştim. Saniyeler içinde öğretmen de elinde bir sürü test kitabı ve yanından ayırmadığı, her öğrenci hakkında not aldığı dosyasıyla içeri girmişti. Ders fizikti, kolay anlaşılabilir konuları işliyor olmamız dersi sıkıcılıktan uzaklaştıran tek şeydi.

Öğretmenimizin bir özelliği vardı: derse katılıp katılmayanları gözleriyle kolayca bulur, isimlerini kolayca ezberler, kalkmayanları da sorularda kaldırırdı. Ben pek çok kez yaşamıştım bu durumu...

"Kaldığınız sayfayı açın." Dedi öğretmen sert bir ses tonuyla sınıftaki uğultuyu bölerek. Sayfa sesleri ile uğultu hafiften devam ederken herkes kitabını açmıştı. Öğretmen elindeki tahta kalemiyle beyaz tahtaya bugün işlenecek konunun başlığını yazdı. "Uğultuyu kesin!"

(...)

Çantamı evin yerine atmış, elimdeki poşeti de mutfaktaki masaya bırakıp ellerimi yıkamak için üst kata çıkmıştım.

Okulda bütün kalan teneffüslerde gözüm o çocuğu aramıştı. Gözleri beni garip bir şekilde kendine bağlamıştı. Çok şey anlatıyor gibiydi bakışları, ama ben o bakışlara kapılıp gitmiştim altında yatan anlamı yakalamaya çalışmadan. Sonra da çocuğu aramaya başlamıştım işte.

Ayrıca sabırsızdım. Hava bir an önce kararsın da, o binaya, o çocuğun yanına gideyim diye sabırsızlanıyordum. Garip bir şekilde, çok sevimli ve cana yakın bir enerji almıştım ondan. Onunla arkadaş olmak istemek bir yana, dün gece uykum geldiğinde bana hafifçe sarılması bile neşelendirmiş, içime daha önce hissetmediğim bir his yaymıştı. Bunu da sevmiştim. Aynı o bakışlardaki enerji gibiydi. Anlamsız ama güzel.

paperplane || park jiminWhere stories live. Discover now