kırk bir

748 89 31
                                    

Sabaha düzgün saçlarla uyanmak ve uğraşmak istemediğim için saçlarımı iki yandan örmüştüm. Sol tarafın ucuna lastik takarken aynada kendime baktım. Hala gözlerim kıpkırmızıydı; ağlamayı keseli bir süre olmuştu ancak hala ağlamak istememi tuttuğumdan dolayı gözlerim kıpkırmızıydı. Jimin'i orada öylece bırakıp gitmiş, hemen eve geri gelmiştim. Kafamı derse vermeye çalışmış, evdeki anneme nerede olduğumu, ne yaşadığımı söylemekten kaçmıştım. Eve geldiğimden beri odamdaydım, hiç çıkmamıştım, annem de hiç rhaatsız etmemişti.

Saniyeler sonra kapıdan gelen tıklatma sesi ile annemin geldiğini anladım. Bu sefer reddetmeyecektim, içeri gelebilirdi. Ona her şeyi anlatacaktım, Jimin'le bugün neler olduğunu da söyleyecektim.

(...)

 Uyuyamamıştım tabii ki. Gözlerimden yaşlar süzülüp durmuş, içine girdiğim Jimin'in turuncu sweatshirtüne biraz daha fazla sığınmıştım. Beni çok kurtarmıyordu artık. Buğulu görüşüm eşliğinde mutfağa götürdüm adımlarımı. 

İlaç içmemiştim bugün, olabildiğince az kullanmaya çalışıyorum,  hissettiğim yorgunlukla beraber uyuyabilirim sanmıştım, annem uyudum mu diye kontrol etmek için geldiğinde de sırf endişelenmesin diye uyur gibi yapmıştım.

 Mutfaktaki açık olan küçük lambayı umursamadım, annem akşam çok karanlık olmasın diye açmıştır diye düşünerektan hemen köşedeki buzdolabının kağağını açtım ve içindeki küçük pet şişeyi elime aldım. Bu kadar soğuk olması tüylerimi diken diken etmişti. Buzdolabının kapağını kapattıktan sonra bedenimi duvara yasladım ve duvardan destek aldım. 

 Elimdeki şişeyi zorlukla açarken elim acımıştı, çok güçsüzdüm. Bir an önce uyumam gerekiyordu ve bu saatte, aç karna da ilaç alamazdım. Bir şeyler hazırlayacak ve ses çıkaracak bir zaman da değildi zaten. Bıkkınca ve hissettiğim yorgunlukla dizlerimi kırarak yaere çömeldim. Sudan bir yudum aldım, boğazımdaki kuruluğu gidermesi tatmin etmişti beni.

 Hemen ardından otomatik olarak gözyaşlarım geldi. Belki ninni gibi gelir diye dinlediğim promise aklımda sürekli olarak çalıyor, Jimin'in huzurlu sesi beynimi meşgul ediyordu. Kör gibiydim. Hiçbir şey umrumda değildi, sadece bu şarkıyı duyuyor, sadece onun sözlerini düşünüyor, sadece bugün dediklerini düşünüyordum.

Lütfen beni unutma, lütfen beni hep sev... Ya ben yokken başkasını seversen?

 Tüm bu düşünmekten kaçtığım ihtimalleri aklıma sokmuş, toparladığımı zannettiğim duygularımı yine deşmişti. Haklı olabilirdi, bu ihtimal acıtıyordu işte. Gerçeklerden kaçmak bu konu için çok daha çekici ve tatlıyken o gelmiş, gerçekleri, korkularını bana da bulaştırmıştı.

 Düşünüyorum, yıllar sonra karşılaştığımızı. Eski günlerin hatrına bir kafede oturup çok da tatlı olmayan kahvelerimizi yudumlarken onun bizim bu anılarımızdan gülerek bahsetmesini dinleyeceğim, içimden aslında yıllarca onu aradığım, onu ne kadar özlediğim geçerken aynı ondan öğrendiğim gibi sahteden gülümseyeceğim. Parmaklarındaki işleme demir yüzüklerin arasından evliliğini kanıtlayan o yüzüğü göreceğim. Belki de geride bırakmak isteyeceğim onu ama aklıma yıllar önce söylediği o söz gelecek: lütfen beni hep sev, diyen sesi yankılanacak aklımda. Yine sırıtacağım. Evet Jimin, komiktik cidden de, annen haklıydı aslında, daha ne kadar salak olabilirdik ki, diye yalan söyleyerek güleceğim yüzüne. 

 Kahretsin Jimin... Aklıma neden getirdin ki bu ihtimalleri? Neden beni bu kadar üzdün?

 Su şişesinin kapağını bir zorlukla kapatırken gözyaşlarım düşmüş, sırtım titremeye başlamıştı ancak sessiz kalmak için elimden geleni yapmıştım. Evdekilerin uykusunu kaçırmak istediğim en son şeydi. Odamdayken, kapıyı kapattıktan sonra biraz daha rahat uyuyabiliyordum ancak burada bunu yapamazdım. Kalkacak güç bulana kadar dudağımı ısırmaya karar verdim. Ağrıyan başıma engel olabilmek için elimi alnıma götürürken üşüdüğüm için su şişesini yere bırakıp dizlerimi kendime çektim.

paperplane || park jiminKde žijí příběhy. Začni objevovat