yetmiş iki

476 48 389
                                    

Bile bile kafeinsiz aldığım kahve, benim de bazen kafeine ihtiyacım olabileceğini hissettirmişti bana. Zaten gün içinde uykulu ve bayılabilecek olan ben, bu ders iyice mayışmıştım ve resmen masaya yapışıktım. AeRi ve SangHoon, Jimin'in arada bir bana baktığını görmüşlerdi ve uyuyakalırsam Jimin'in bana kızacağından korktukları için beni dürtüp duruyorlardı. Benim içinse gözlerimi açık tutmak bile çok büyük bir problem gibi geliyordu. Enerjim resmen tamamen tükenmişti ve ben son enerji damlalarımı kullanıyordum.

"On dakika ara verelim," dedi Jimin aniden dersi anlatmayı keserek. Oysa ki dediklerini gerçekten dinliyordum. Başımı kaldıramasam da o yumuşak ve bir o kadar da odaklanmış sesini dinliyor ve dediği her şeyi aklımda canlandırıyordum. Mesela, aşırı zeki takım üyelerimiz birkaç kere soru çözümünde parçalı integralin nasıl alınacağını unuttuğu için tekrar tekrar anlatmıştı. Ben de tekrar tekrar yazdığı örnekleri kafamda canlandırmıştım. İyi yani: çözebiliyordum. Kötü yanı: yarına bunları unutabilecek olmamdı.

"HyeRim-ah," dedi SangHoon kulağıma eğilerek. Sesimi bile çıkracak gücüm yoktu aslında, ama kendimi zorlayarak bir mırıltı çıkardım. Bana bulaşma mırıltısı. Bırak da uyuyabiliyorken uyuyayım, mırıltısı.

"Kalk, kalk. Çocuk sana sinirden mola verdi resmen. Saygıdan olsa da başını kaldıramaz mısın?"

AeRi'nin biraz sinirli biraz da telaşlı bir şekilde kulağıma konuşmasından sonra yanımdaki iki kişide de bir sessizlik oluştu. Hemen sonrasında AeRi'nin tarafında bir sıcaklık hisettim, bir şey üstüme kapanmış ve kulağımın dibine girmişti.

"Bir, uyu ve bir şey demeyeyim. İki, anneni arayayım seni gelip alsın," diyen yumuşak ses kısık bir soluktan sonra bana seçim hakkı sundu. "Bir mi iki mi?"

Uykusuzluğun benim için ne kadar zor bir şey olduğunu bilen Park Jimin, aramıza her ne kadar büyük duvarlar girse de bunu görmezden gelmiyordu. Bana çoğu zaman hatırlattığı o şey aklıma geldi: Seni hasta edenin ben olduğumun farkındayım, ama iyileşmene yardımcı olacağım. Yemin ederim, iyileştireceğim seni.

Yazdıkları buna benzer bir şeydi, tam olarak aklımda kalmasa da içindeki niyeti kalbimin en dibinde hissetmiştim. Acaba hala bu sözünün arkasında mı duruyordu? Gerçekten hala bu dediklerindeki samimiyetini koruyor muydu?

"Bir," dedim zorla çıkan sesimle. Çünkü annem gelirse benim bu uykulu halim onu endişelendirecekti ve hemen hastaneye kıracaktı direksiyonu. Bunu bildiğim ve açıkça istemediğim için hemen birinciyi seçmiştim.

"Sağ ol Jimin-ah," dediğim sırada başımı hafifçe ona çevirdim ve gözlerimizin buluşmasına sebep oldum. Benim uykulu, kızardığına emin olduğum yaşlı gözlerim onun kısık, garip bir şekilde de samimiyet taşıyan gözleriylr buluştuğunda, bakışları yumuşadı. Gözlerinin altı hafifçe kabardı, gözünün içi gülüyordu.

"İyi uykular," dedi ve işaret parmağı gözümün kenarını okşadı. Her ne kadar dudakları yukarı katlanmasa da, gözleri gülümsüyordu ve bu bana yetiyordu. Jimin'e bakınca samimiyetini hissetmiştim.

"...bence annen gelmeli," dedi ben gözlerimi kapattıktan hemen sonra. "İyi gözükmüyorsun. Arayayım mı anneni?"

Ben ise kapalı gözlerimi ağlamamak için daha da sıkıyordum. Çünkü kulağıma fısıldamayalı öyle çok olmuştu ki, kapalı gözlerimin ardında Busan'daki o karanlığa gömülmüş bina belirmişti. Özlemim ve hislerim tekrardan yüzüstüne çıkmak üzereydi.

Annemi aramasını elbette istemiyordum ama dökülen gözyaşlarımdan benim gerçekten iyi hissetmediğimi anlamıştı bile. Gözyaşlarımı görmesine ne gerek vardı? Bakışlarımdan her şeyi anlayan Jimin eminim ki bunu da anlamıştı.

paperplane || park jiminDonde viven las historias. Descúbrelo ahora