altı

2.6K 227 140
                                    

Sabah sınıfa girer girmez sıramın altında bulduğum kağıt uçakla birlikte tüylerim diken diken olmuştu.
Elim istemsizce boynumdaki kolyeye gitmişti. Sakinleşmeye ihtiyaç duyuyordum.
Bu kağıtları buraya Jimin'in koyduğunu biliyordum. Boğazımda sabah içtiğim, onun bana aldığı çayın tadı vardı hala, ancak o tatlı tat, içimdeki telaşla birlikte acılaşıyordu.

Park Jimin... Nazik bir canlı, ama asla yanında olamayacağım biri.

Parmaklarım arasında duran kağıdı aralamak istesem de elim gitmedi, sınıftaki diğer herkes de benim elimdeki kağıt uçağa bakıyordu. Belki de bu kağıdı buraya koyarken Jimin'i görmüşlerdi. İçinde ne yazdığını merak ediyorlardı.

Gerçi o an saldırırlardı kağıda onlar. Belki de Jimin  onları açmamaları için azarlamıştı, sonuç olarak Jimin bunu yapmaktan pek de çekinecek gibi değil.

Kağıdı herkesin içinde açamayacağımı anımsayarak sınıfın dışına çıkarak kızlar tuvaletine gittim. Kendimi bir kabine kapatıp içinde yazanları rahatça okuyabilirdim.

Kapımı kapatır kapatmaz ders zilinin çalmasıyla derin bir nefes verdim. Derse gecikirdim ya da gecikmezdim, çok da önemsediğim konulardan değildi şu anda.

Kağıt uçağı katlanma kısımlarından yavaşça açtıkça ortaya çıkan yazı, kısa ve özdü. Etkileyiciydi, anlamlıydı.

'Özür dilerim, ama olur da konuşmak istersen akşam yine binada olacağım.'

"Of be," dedim derin bir nefes vererek. "...üşüyeceksin orada."

Bu gece ve sonrasındaki gecelerde de oraya gitmeyi düşünmüyordum. Her ne kadar onu  kollarında olmak beni rahatlatsa da yapbozun faeklı köşelerinde yer alan parçalardık biz, o sağ köşeyse ben sol köşenin parçasıydım, uyumsuzduk.

Elim boynumdaki kolyeye gitti. Bunu kendimde tutmak sadece ona daha çok umut vermeme neden olmayacak mıydı? Ben bu kolyeyle kaldıkça, o hala onu düşündüğümü düşünecekti. Ve evet, bu kolye bende kaldıkça onu düşünecektim.

Yüzüğe işaret parmağımı geçirdim ve serçe çekerek ipin kopmasına sebep oldum. Boynumda kısa süreli bir kızarıklık olacaktı ama önemli değildi.

Kağıt uçağı eskisi gibi katlayarak arasına kolyeyi koydum. Aslında kolyeyi vermek istemiyordum ancal ikimiz için de en iyi karar buydu.

Kabin kapağını açıp çıktığımda tuvaletin tamamen boş olduğunu görmek içimi rahatlatmıştı. Kesinlikle kimsenin Jimin'in benden hoşlandığını bilmesini istemiyordum.

Uçağı katlanmış bir şekilde avcumda tutarken bir ihtimal belki kapıyı çalıp derse girebilirim diye düşündüm, bu yüzden hızlı adımlarla tuvaletten dışarı çıktım.

Mervidenlerden yukarı çıkacakken aynı merdivenlerden aşağı inen, eli cebinde, saçları parıl parıl parlayan, karizmasından bir gram dahi eksik olmayan ve muhteşem vücut hatlarının arkasından vuran ışıkla inanılmaz gözüken Park Jimin'i görmemle gerilmiştim.

Adımlarım istemsizce geri geri gidecekken kendime gelerek ona doğru ilerlemiştim. Elimdekini ona vermenin tam zamanıydı. Hazır başbaşaydık zaten.

Adımlarımı fark eden Jimin kafasını yavaşça kaldırıp bana baktı ve merdivende bir adım geriledi. "Gü-günaydın," dedi çekingen sesiyle. Ona geri bir cevap bile vermemiştim çünkü tamamen yapmam gerekene odaklanmıştım.

"Bunu sana vermeliyim," dedim ve elimdeki kağıt uçağı ona uzatarak. Kağıt uçak içindeki kolye sebebiyle biraz ağırlaşmıştı tabii, dengesini kaybetmek üzere olan uçağı hemen elimden almasını istiyordum o yüzden.

"Neden?" Dedi Jimin gözlerime bakarak, eli uçağa gitmemişti bile.

"Bu akşam ya da sonrasında binaya gelmeyeceğim, senin de gitmene gerek yok yani," dedim ve dudaklarımı birbirine bastırdım. "Kolye de içinde, yani, geri alabilirsin yüzüğünü."

"Yüzük sende kalabilirdi."

"Sana umut vermek istemiyorum Jimin," dedim açıkça. "...kimseyi üzmek istemiyorum."

"Bu kadar mı imkansız görüyorsun?"

Sesinin sert çıkışı beni ürkütmüş, yerimde sıçramama neden olmuştu. Ancak onun karşısında dik durabileceğimi biliyordum. "Evet, imkansız."

Jimin eliyle avucumda duran uçağı sertçe ittirdi ve uçak avucumdan merdivenlere düştü. Kolyenin ipinden fırlayan yüzük merdivenin basamaklarından ince bir ses ile yankı yaparak düşerken, havada kalan avucumu kapatmış, bir yumruk yapmıştım.

Sinirlenmiştim, ona olmaz dememe rağmen bunu anlamamakta ısrarcı olması beni deli ediyordu.

Evet, onunla ilk göz göze geldiğimiz zamanki gibi hissediyordum, ondan hoşlanıyordum ama biz asla çıkamazdık. Birbirimize uyum sağlayamazdık çünkü.

Jimin anlayışlı ve iyi biriydi, aynı zamanda da sempatik ve iyi bir dinleyiciydi ancak kesinlikle benimle uyumlu olabilecek biri değildi. Böyle söylemek üzücüydü ama öyleydi işte.

"Umarım bütün olanlar aramızda bir sır olarak kalır Jimin," dedim yumruğumu indirerek. "Sana her şeyi anlattığım için o kadar pişmanım ki," dedim abartarak. Pişman falan değildim, neden böyle söylüyordum?!  "...yabancılara güvenilmemesi gerektiğini şimdi kavrıyorum." Anlamsız eklemeler...

  Jimin başını öne eğdi ve alt dudağını ısırdı. "Peki," dedi kısık sesle. Ardından yavaşça başını kaldırdı ve ekledi. "...seni rahatsız etmeyeceğim. Binada da olmayacağım, sadece...hiç benimle konuşmamışsın gibi yap."

Bunlar benim dudaklarımdan dökülünce çok normal gelmişti oysa ki. Onu hiç tanımamış gibi yapmak bana çok normal, hatta rahatlatıcı gelmişti. Ancak onun o dolgun, kırmızı dudaklarından çıkan aynı kelimeler kalbime pişmanlıkla saplanmıştı. Onun kırgınlığını hissediyordum.

Normal hızdaki adımlarıyla yanımdan bana değmeden, hatta uzaktan geçti ve merdiveni inmeye devam etti. Arkasından bakakaldım sadece. Onu incitmiştim ve o da beni zora sokmamayı istemeyerek de olsa kabul etmişti. Anlayışlı demiştim, kendi acılarını bile umursamıyordu anlaşılan.

(...)

paperplane || park jiminWhere stories live. Discover now