altmış sekiz

374 50 47
                                    

Eve gelene kadar otobüste nasıl bir eziyet çektiğimi tarif edemezdim. Sakince dışarıyı izlemek isterken uyku bastırmıştı. Azıcık uyuyakalmıştım ama gördüğüm kabuslardan sonra tekrar ve tekrar uyanmıştım. En sonunda uyku isteği bedenimi terk ettiğinde daha yolu yeni yarılamıştık. Zaten tüm yol boyunca bizimkiler gerek mesaj atarak gerekse de arayarak iyi olup olmadığımı sormuşlardı. Uykusuzluğumu uzun zaman sonra beni gerçekten rahatsız etmesi dışında bir soru yoktu. Biraz sersemlemiş gibi hissediyordum, kafam düzgün çalışmıyormuş gibiydi. Her zamankine göre daha az düşünüyormuşum gibiydim; elbette bunun rahatlatıcı bir yanı da vardı ancak otobüsün verdiği moladan sonra başka bir otobüse binip de koltuktaki eşyaların benim olmadığını görünce anlamıştım normal hissetmediğimi.

Bir hata yapmamak ya da kaybolmamak için daha dikkatli olmam gerekiyordu. Yolun geri kalanında da her şeye ekstra dikkat kesilmiştim. Neyse ki güvenli bir şekilde geri dönüp de annemin arabasına bindiğimde, annem beni en az benim kadar yıkılmlış bir ifadeyle karşılamıştı. Daha 'hoş geldin' ya da 'busan nasıldı' demeden direkt sormuştu.

"İyi misin?"

Başımı hafifçe yukarı aşağı sallayarak annemi onayladım. Kimseyi duygusal durumumla rahatsız ve meşgul etmeyeceğim konusunda kendime bir söz vermiştim ve o sözü tutacaktım. Her ne kadar kötü bir durumda olsam da iyiymişim gibi yapmak zorundaydım. Kimse daha fazla benimle ve benim saçmalıklarımla meşgul olmamalıydı. Herkes bu hayata bir kere geliyordu ve ben kimseye meşguliyet olmayı hak etmiyordum.

"Sen?" dedim anneme bakarak. Annem benim sahte gülen yüzüme ayak uydurmaya karar vererek hafifçe sırıttı. Cevap vermeden bana uzanıp da kollarını sardığında, kolları arasına girdim. Sanırım bunca zaman farkında olmasam da, sarılmak bana iyi geliyordu. Jimin'in sarılması ile annemin sarılması farklıydı ama ikisi de beni yeterince iyi hissettiriyordu. Sorun artık bu iyi hissiyatın geçici olmasıydı. Etkisi eskisi kadar uzun sürmüyordu.

"Jimin'le konuştun mu hiç?" dedi annem merakla. Bir gelişme ya da bir düzelme var mı diye bilmek istiyordu. Haklı olarak, merak ediyordu. Daha annem yanımda yokken Jimin'in var olması, annem için bile aşılamayacak bir noktaydı.

Kısık sesli bir mırıldanma ile annemi onayladım ve sonra her şeyin bittiğini tek bir cümleyle söyledim.

"Beni artık sevmediğini söyledi, dolayısıyla bitirdik," derken elimi kemere götürmüş ve çekerek yerine takmıştım. Annem bu kadar kritik bir şeyi sakince söylememe karşılık donuk bir ifadeyle bana baktı. Arka cebimdeki telefonumu alıp da bacaklarıma koyarken sesini çıkarmadığı için başımı ona çevirdiğimde görmüştüm bunu. Gözlerimiz kesiştiğinde annem aklından geçen düşünceyi hemen ortaya atmış ve arabayı tekrardan çalıştırmıştı.

"Yalan söylemiş," dedikten sonra arabanın motorundan gelen ses kulaklarıma geldi. Camı açtım ve daha rahat bir şekilde oturdum.

"Yalan olsa da olmasa da bundan sonra birlikte olamayacağımız bir gerçek. Bildiğim şey beni daha fazla yanında istemediği. Onu zorlayamam, bu yüzden yolun sonuna geldik," dedim sakinliğimi koruyarak. İçimde bitmek bilmeye bir fırtına vardı ama bunların hiçbirini dışarı yansıtacak enerjim yoktu. Yerimde öylece oturuyor, içimdeki fırtınayı dinliyordum. Hareket edecek, tepki verecek gücüm yoktu. Uykusuzluk başıma vurduğundan beri mantıklı düşünceler benden bir adım daha uzaklaşmıştı zaten. En iyisi tepkisiz kalmaktı.

Annem üstüne bir şey söylemedi, sanırım biraz düşünmek ve söylemeden önce cümlelerini tartmak için zaman ihtiyacı vardı. Elini radyoya götürdü ve kısık sesle azıcık müzik açtı. O sırada kucağımdaki telefon titremiş ve ekranımda birkaç mesaj bildirimi gözükmüştü.

paperplane || park jiminWhere stories live. Discover now