kırk dört

499 74 17
                                    

Hayır, hayır, mümkün değildi. Evren bizi ayrı tutmak için elinden gelen her şeyi ortaya döker olmuştu anladığım. Ben yine de, ne olursa olsun, gözlerimde yaşlar, üzerimde Jimin'in sweatshirtü ve elimde sıkı sıkıya tuttuğum telefon ile açık olan navigasyonun sesine uyarak, benden uzakta olduğunu bildiğim bir hastaneye doğru, kalabalığın arasından, bazen de trafik kurallarına uymadan, koşuyordum.

Korkuyordum da. İçimdeki korku, tereddüt ve endişe kalp atışımı arttırsa da adımlarımı yavaşlatıyor, olduğum yere çömelip de hüngür hüngür ağlarken bayılmamı sağlayabilecek bir derecedeydi. Yine de üstüne gittim ve görüşüme giren hastaneye karşı daha da hızlı koştum.

Ne kadar terlemiştim, kaç kere bileğimi burkmuştum ama yine de üstüne gitmiştim, toplu saçımın lastiği ne kadar gevşemişti hiç düşünmeden daldım hastaneye. Durmamla beraber terime çarpan esinti üşütmüştü beni, yine de hiç takmadan elimdeki mesajda yazan odaya gittim. Odanın numarası öyle bir şekilde aklıma kazınmıştı ki, telefonu tekrar açıp da kontrol etme gereği duymuyordum bile.

jimin: üçüncü kat oda 125

henüz uyanmadı ama seni içeri alacağım

Jimin'in babasının attığı bu mesajı görmemle evden fırlamıştım işte. Akşam saatlerinde Jimin ve ailesi bir yemeğe gitmişlerdi ve çıkışında da Jimin'le annesi tartışmıştı. Jimin, onlarla yürümek yerine, bir salak gibi söylenip annesi ile tartışırken arabanın biri, yeşil ışığı beklemeyen Jimin'e çarpmıştı. Babasının dediği buydu.

Tartışmanın benimle alakalı olduğunu biliyordum. Bu suçluluk duygusunu ikiye katlarken aklımdan geçen tek şey Jimin'e ve ailesine ne kadar fazla zarar verdiğimdi. Ne olursa olsun yol hep aynıydı, neden hep bu döngüye düşüyorduk ki? Tabii... Benim ailesiz büyümüş olmam... Annem şimdi yanımdaysa, ne değişti ki? Ben aynı HyeRim'im. Aynı, ailesiz, başına buyruk, korkak büyümüş HyeRim...

Üçüncü katta oda numaralarına telaşla bakarken en azından bir tık olsun iyi gözükebilmek için saçımdaki lastiği tutup çekmiş, yüzüme düşen saçlarımı telaşla kulaklarımın arkasına sokmuştum. Gözyaşlarımı telaşla ittirirken gözüme ilişken oda numarası ve önünde oturan ikiliyi görmemle adımlarım yavaşladı.

Jimin'in annesi ve babası. Jimin'in babası olduğunu tahmin ettiğim kişinin gözleri benimle çakıştığında gözleri ile odayı işaret etti. İçeri geç, diyordu bakışları. Hemen omzunda uyuklayan kadına baktım. Sanırım onun ayaklanmayacağına güvenerekten, sessizlikten istifade, hemen Jimin'i görmemi istiyordu.

Gözlerimdeki kızarıklık ve yaş ile ne kadar sakin gözükebilirdim bilmiyordum ama iki elimi önümde birleştirip eğilerek selam verdim babasına. Yüzündeki buruk sırıtış ile de başıyla selamladı babası beni. Tekrardan odaya girmemi işaret ettiğinde son bir kez daha selam verip sessizce odanın kapısını açtım.

Orada uzanıyordu; göz kapakları kapalı, alnının sağ tarafındaki bandaja eşlik eden başka sargıları da vardı vücudunda. En net gördüğüm kolundakiler ile alnındakiydi işte. Yüzünde üstüne pansuman yapıldığı için biraz daha kahverengi gözüken çizikleri de görebiliyordum. Onu böyle görmek bana hiç iyi gelmemişti, buraya gelirken koşuşumun verdiği hızlı kalp atışım daha da hızlanmıştı. Aracın Jimin'in vücudunu havaya fırlatışı canlanmıştı aklımda... Korkutucu, tüyler ürpertici. Ailesi bunu görmek zorunda mı kaldı? Cidden?

Ona titrek adımlarla yaklaşmadan önce açtığım kapıyı sessizce aralamış, ardından da adımlarımı ona sürüklemiştim.

Bir yanım onu bu hale getirenin ben olduğunu söyleyip beni suçluyordu, diğer yanım da onun için yanında olmam gerektiğini söylüyordu. Suçlu hissettiren taraf ise öylesine ağırdı ki, sessizce donup kaldım sadece. Ona delicesine sarılmak, hatta uyandırıp sesini duymak istiyordu8m ama dinlenmesi gerektiği için hiçbir şey yapamadım. Sadece ona iyice yaklaştım, saçım ona değmesin diye saçımı da tuttum, nefesimi tutarken onun soluklanışını duymaya çalıştım. Sessizliğin ardından soluklanışını duyduğum an rahat bir nefes verdim.

paperplane || park jiminWhere stories live. Discover now