sekiz

2.7K 241 51
                                    

Cebimdeki kolyeyle oynuyordum, hava soğumuştu. Hava henüz kararmamıştı ancak güneş batıya doğru konumlanmıştı. Ben ise eve gitmek üzereydim ancak adımlarım beni benden habersiz bir şekilde o binaya getirmişti.

Binanın önünde durup öylece baktım oraya. Rüzgar esiyordu, arada bir denizden su sıçrıyordu. Çok az kişi vardı buralarda. Hepsi için bu bina eski ve anlamsızdı ancak benim için yalnızca üç günde koskoca bir anıya dönüşmüştü.

Binaya girmeye karar vermiştim, onun burada olmayacağını biliyordum ama yine de buraya gelmek, karanlığın arasından denizi izlemek istiyordum.

Merdivenlerden çıkar çıkmaz odanın içerisinden dışarı yansıyan ışıkla birlikte adımlarımı yavaşlatmıştım.

Fener açıktı, bu yine Jimin'in orada olduğunu düşünmeme neden olmuştu ancak ışığın direkt Jimin'e vurduğunu gördüğüm an duraksamıştım.

Parmağındaki yüzüklerden birini çıkardı, sağa sola çevirerek baktı ve ardından sertçe fırlattı. İlerideki duvara kadar gidip oradan yüksek bir gürültüyle seken metal yüzük iğrenç bir gürültü yaymıştı etrafta.

Artık oraya gidip gitmemek konusunda kararsızdım. Büyük ihtimalle Jimin'in benden daha çok nefret etmesine neden olacaktım. Girmemeye karar verdim her ne kadar oraya gitmek istesem de.

"Burada olduğunu biliyorum HyeRim,"dedi tanıdık ses yankı yaparak. "...aşağıdan geldiğini gördüm."

"Ah..." diyebildim titrek sesimle. "Özür dilerim, rahatını kaçırmak istemem, gidiyorum," dedim kelimeleri hızla ardarda sıralayarak.

"Hayır hayır," dedim Jimin. Ardından bir kaç sürtünme sesi duymuştum. "...sen gel, ben de gidecektim."

Aynı bugünkü bahaneden. İnandırıcı değil.

"Özür dilerim," dedim tekrardan. Özür dilemekten fazlasını yapabileceğimi de sanmıyordum zaten. Adımları bana yaklaşıyordu, feneri orada bırakmıştı. Hava kararmaya başlamıştı. "Dileme artık," dedi ve kapüşonunu kapattı. Üstünde sadece bir sweatshirt ve ince bir pantolon vardı, donacaktı. Hatta donmuş olmalıydı bu havada.

"Seni gördüğüm her an ümitleniyorum," dediği an kurumuş dudaklarımı yaladım. "Evet, beni üzüyorsun," dedi ve kıkırdadı. Ancak kıkırdamasında mutluluk değil, hüzün ve acı vardı. "...tek çare seni hiç görmemek. Belki hislerimi unuturum."

"Ben de hissediyorum," dedim o tam yanımdan geçecekken. "...ben de hissediyorum ama doğru hissettirmiyor. Daha bugün gördün neler olduğunu, kızlar yüzünden."

"Sen de gördün seni nasıl savunduğumu," dedi Jimin rahatça. "Ama bu hep böyle devam edemez, hep beni savunamazsın."

 Jimin sessiz kaldı. Bir şey demedi. Ben haklı olduğum için mi susuyordu yoksa beni ikna etmeye çalışmaktan yorulduğu için mi böyle yapıyordu, bilmiyordum.

 Yanımdan geçip merdivenlerden aşağı ilerlerken kısık sesle iyi geceler diledi. 

"Ayrıca burada çok kalma, tehlikeli," demeyi de unutmadı ve ardından gözden kayboldu. 

 Onu kırıyordum ama gerçekte başka hiç bir şey yapamıyordum. Ciddenbaşka hiç bir şey yapamıyordum.

(...)

 Zilin çalmasıyla birlikte sınıfa ayak uydurarak beden salonuna inmeye başlamıştım. Spor yapacak havamda falan da değildim, kimseyle anlaşamadığım şu sınıfta benim içine en zor geçen derslerden biri beden dersiydi, grup çalışması yapmak zorunda kalıyorduk. Kenara çekilip oturunca da sınıf arkadaşlarım bana iğrenç bakışlar atıyordu.

paperplane || park jiminDonde viven las historias. Descúbrelo ahora