on dokuz

1.6K 130 236
                                    

Jimin'in dolgun pembe dudakları benim kurumuş dudaklarımın üstündeyken elini belime götürmüş, hafifçe belimi tutmuştu.

Dudakları benim dudaklarımı üstündeydi, verdiği nefesi yüzüme çarpıyordu ve elinin belimde oluşu güven veriyordu, yani normalde öyle oluyordu. Bu öpücük bir aradan sonra ilaç gibi gelmişti evet, Jimin'in sevgisini iliklerime kadar hissetmenin başka bir yoluydu bu. Göğsümde minik hareketlenmeler yaşattırıyordu bana. Ancak aklımda dolanan düşünceler sadece acı  vericiydi. Ve suçluluk duygusu, saniyeler geçtikçe tatlı öpücüğü bir ateşe çeviriyordu ve ben sadece dudaklarımı Jimin'inkilerden ayırıp kaçmak istiyordum. Ama nereye kaçacaktım ki? Burası benim evimdi ve Jimin de benim evimdeydi.

 Ondan bilerek ayrılacak olmanın bana yaşattığı üzüntü bir yana, ona bunları söyleyecek doğru zamanı bulana kadar her gözlerine baktığımda suçluluk duygusu biraz daha bedenimi kaplayacak, beni biraz daha içine çekecekti.  

 Jimin dudaklarımızı ayırdığında içten içe daha fala onu öpmeyi istiyordum. Daha uzun tutmayı, hatta kollarında biraz daha uyuyabilmeyi... Ama şu saniyelerden sonra gerçekleşebilecek her yakınlaşma, ikimizin de çekeceği acıyı katlayacaktı. 

 Jimin gözlerimizi birleştirdi ve hafifçe sırıttı. Bakışları yine o yumuşak, huzurlu bakışlardı. Daha da suçlu hissediyordum. Çok daha suçlu hissediyordum. Bana değil bir başkasına öyle bakması gerekiyordu ve bunu söylediğim zaman bana kızacaktı. Daha önce de kızmıştı. Senden hoşlanıyorum, bu yeterli, demişti ve ciddiyeti ile her şeyi noktalamıştı. 

  Ben de senden hoşlandığım için sorun olmayacağını düşünmüştüm. Ama şimdi düşünüyorum ve onun için çok gereksi bir yük olduğumu fark ediyorum. Kimse sevdiği insanı üzmek ya da ona zorluk çıkarmak istemez. Ben ise ailesi olmadan büyüyen biri olarak içindeki kırık parçaları saklamaya çalışan zavallı bir kızdım. Onun için büyük bir yüktüm.

 Bu yaşıma kadar bir şekilde başarmış ve gelmiştim, beni istemeye istemeye aralarına alan ve bakan amcamların da bir payı vardı bunda tabii ama genel olarak yalnız bir kız çocuğu olmuştum. Arkadaşım yoktu, benimle arkadaş olmak isteyen de olmamıştı, bu döngü böyle devam ederken ben benii fırlattıkları ev ile ilgilenmeye başlamıştım. Okulda aileleri ile gördüğüm çocukları kıskanmaya başlamıştım. Sokakta ailesi ile yemek yiyen, dolaşan, gezen çocukların hayatlarını kıskanmaya başlamıştım. Bu kıskançlık ve özlemle yaşaymayacağımı biliyordum bu yüzdn umursamıyormuş gibi davrandım. Yapabileceğim buydu çünkü.

 Benim ağzımdan çıkan bir 'umursamıyorum' kelimesi aslında 'çok umursuyorum' oluyordu. 'Ailemi özlemiyorum, onları hiç görmedim bile' cümlesi ise 'keşke onları tanıyabilseydim, o zaman daha güzel yaşardım belki' demekti.

 Anneme mi benziyordum yoksa babama mı? Annem ve babam nasıl insanlardı? Ne iş yapıyorlardı? Acaba benzer huylarımız var mı?

 Her soru her gün şöyle bir kapımı çalıp gidiyordu. Üstlerine düşünerek üzülmek istemiyordum çünkü, hemen arkaplana atıyordum onları.

 Jimin benden güçlü olduğum için hoşlanmıştı, öyle demişti. Ben güçlü falan değildim oysa ki. Ben zavallı bir eziktim, sadece güçlü kalmaya çalışıyordum.

 Bu yaşımda hem paranın hesabını yapıyor, hem faturaları, hem evin giderlerini, kendi geçimimi, hem de eğitimimi yürütmeye çalışıyordum. Kendime zaman bulduğumda ya koltukta uyukluyor, ya da sahilde yürüyüşe çıkıyordum işte. 

 Kısacası hayat benim için zordu. Hiçbir zaman yanımda  beni rahatlatacak insanlar olmamıştı. Sonra Jimin çıkmıştı karşıma.

 Şimdi ise kolları arasında duruyordum. Tam şu an kafamı göğsüne koyup uyumamak için kendimi o kadar zor tutuyordum ki. O yüzden tutmadım. Kafamı Jimin'in göğsüne yasladım ve ellerimi arkasında birleştirerek eşsiz kokusunu ciğerlerime çektim. Ayrıldığımız zaman Jimin anlam veremeyecekti. Bu kız kollarıma girip uyuyordu, şimdi neden ayrıldı, diye soraaktı kendine. Demek beni kullandı, diyecekti ardından.

paperplane || park jiminDär berättelser lever. Upptäck nu