yetmiş sekiz

118 15 7
                                    

Gözyaşlarımı yavaşça iteledim. Çok ağır ağlamıyordum ama üzüntüm yüzünden birkaç damlanın süzülmesine engel olamamıştım. Sahil yoluna, her zaman yürüdüğüm tarafa, yürümeye inmiştim. Kulaklıklarımı takmış, yavaş adımlarımı onun ritmine tutturmuş ve birkaç yıldır yaptığım gibi, ne kadar uzaklaştığımı pek de önemsemeden yürümeye devam etmiştim.

Jimin'in kırılması ya da kızması değildi üzüldüğüm şey. Ne olursa olsun bana kızacağını tahmin ediyordum, sadece bu kadar ilerleyeceğini bilememiştim. Yani ondan asla beklemezdim. Karşıma geçip beni suçlarca konuşmasını asla ondan beklemezdim. En boş anımda bu ağır darbeyi ondan yemiştim, çok koymuştu bana. Nasıl söyleyebilmişti, bilmiyordum, ama daha fazlasını duymak istemediğim için hiç beklemeden direkt lafını kesip çıkmıştım.

Ona o kadar kırgındım ki, hikayemizin başladığı binayı bile pas geçmiştim. Uğramak istememiştim, bakmak istememiştim, sanki o bina orada yokmuş gibi geçip gitmek istemiştim.

Evet, kabul ediyorum, dediği şey çok da büyütülecek, aman aman üzülmelik bir şey değildi. Ama durdurmasaydım daha ileriye gidebilirdi. Çünkü normalde Park Jimin bunları söylemezdi. Bu Park Jimin çok kırgın ve kızgındı, kendinde değildi, olayların bizim kontrolümüzden çıktığını duymak onu fazlaca incitmişti ve bu yüzden dediklerinin farkında değildi. Öyle ki, kafeden bir hışımla çıktığımda arkamdan da gelmemişti. Gitmeme izin vermişti, yakalamamış, tutmamış, sakinleşmemişti. Yoktu. Sadece yoktu.

Demek ki ben masadan kalktığımda, sakinleşmesi gerektiğini ve bunun için birbirimizden izole olmamız gerektiğini anlamıştı.

İçimden dilememiş değildim kalkıp gelip de tüm negatifliği anında silmesini. Ancak bu olmamıştı, elimden bir şey de gelmiyordu. Kendi üzüntümde boğulmaktan başka yapabilecek bir şeyim olmadığı için derin bir nefes alarak yola devam ettim. Her şeyin ve özellikle de bizim iyi olabilmemiz için öncelikle birimizin iyi hissetmesi gerekiyordu. Bunu da Jimin yapmaya pek hevesli değildi, doğal olarak, yani iş başa düşmüştü.

Akmaya devam eden gözyaşlarımı ittirdim ve derin bir nefes aldım. Az ileride Jimin'le daha önce karşılaştığım o marketi gördüm. Benim elimdeki kolayı alıp da bitki çayı tutuşturduğu, ilk kez direkt diyaloğa girdiğimiz o minik markete yöneldi adımlarım istemsizce. İçimde bir huzur oluşmuştu. Beni kendine çeken bu markete doğru ilerlerken adımlarım neşelenmişti, akan gözyaşlarım akmayı bırakmış, gözlerim kendini toparlama yoluna girmişti. Bir kısma hikayemizi başlatan o yere gelmek, anıları depreştirmek beni çok iyi hissettirmişti.

İyi kalpli meleğimle ilk kez burada konuşmuştum. Sonra onu tanımıştım. Sonra ona aşık olmuş, hayatımın merkezine almıştım. Birini hayatımın merkezine almak pek de doğru değildi aslında, bunu kabul ediyorum. Bunca zaman tamamen yalnız yaşamıştım, hayatımın merkezinde hayatta kalmaktan başka hiçbir şey yoktu. Kaybedecek bir şeyim de yoktu dolayısıyla. Kaybedecek tek şeyim hayatımdı yani. Ama sonra hayatıma Jimin girmişti, bana daha önce tatmadığım her şeyi tattırmış, olmayan her şeyi vermiş ve sıkıca sarmalamıştı. Tüm bunları kısa bir sürede onunla yaşarken bir de bakmıştım ki, hayatımın merkezine oturmuş, bana sevgi dolu gözlerle bakıyordu. İşler zorlaştığında ve Jimin hayatımdan çıkacak konuma geldiğinde ise tüm dünyam başıma yıkılmıştı. İşte bu sefer hayatımda kaybedecek şeylerim vardı. ıJimin'i kaybedersem hayatım biter gibi geliyordu. Ama şimdi, onunla olan birlikteliğimin uzun soluklu olacağını biliyordum. Birbirimiz için bu kadar çabaladıktan sonra yollarımız ayrılır mıydı? Sanmıyorum. Ama olur da ayrılacak olursak, bu sefer de hayatım başıma yıkılacaktı. Belki sadece daha dayanıklı olurdum. Evet, yine hayatım başıma yıkılırdı, kahrolurdum, özleminden geberirdim belki de. Hatta delirebilirdim bile. Ölmezdim işte, dayanıklılık dediğim bu, sadece delirirdim.

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Mar 23 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

paperplane || park jiminWhere stories live. Discover now