elli üç

339 49 7
                                    

"Bu bugün atladığı üçüncü öğün. Belki siz bir şey derseniz yer," dedi hemşire sonunda beni anneme şikayet ederek. Evet, sabah kahvaltısını etmemiştim çünkü iştahsızdım. Öğlen de yememiştim çünkü midem çok gergindi. Akşam yemeği de yemiyordum çünkü aç değildim. İçtiğim bir yudum su bile boğazıma takılıyor, suyu bile hak etmediğimi belli edercesine yutturmuyordu bana. Her şey boğazıma takılıyordu. Her şey iticiydi. Yemek yemek de istemiyordum, televizyonu açmak da. Ölü gibi durup uyuyamamak da ayrı bir eziyetti ancak yaptığı şey buydu. Uyumam gerekirken uyuyamıyordum. Zaten normalde uyuyamazken şimdi bu şehrin bir noktasında Jimin'in benim kadar perişan hissettiğinin aklıma yansıması, uykum geldiğinde de uyumamı engelliyordu.

Onu sevmediğimi düşünüyordu. Oysa ki onu ne kadar sevdiğimi o da biliyordu. Bunca zaman hissettikleri, benim ona sarılışım ve yanımda güvende hissedişim ya da yanında tamamen rahat ve kendim gibi davranmam asla sahte değildi. Tanrı aşkına, o benim ailem olmuşken kendi hakkında böyle düşünmesi beni pişman ediyordu. Pişmanlık. Hoşgeldin.

"Yemelisin artık Hye," dedi Dak Ho tepsideki kaşığa azıcık pilav koyarak.

"Cidden iştahım hiç yok," dedim ve gözlerimi kapatarak başımı geri attım. Yorgundum ama hiç aç değildim. Bir şeyler yersem sadece boşuna yemiş olurum gibime geliyordu. Kendimi boşu boşuna doyaracaktım. Boğazımdan hiçbir şey geçmezdi gerçi, ama neyse. Yemeye tenezzül bile etmek bana haksızlık yapmışımcasına bir kötü hisse sokuyordu. Zaten yeterince boktan hissediyordum.

"O nasıl?" Diye sordum karşımda oturup kaşığıma yemeyi dolduran JaeYeun'a bakarak. Başını azıcık kaldırıp bana olan sinieni hala yansıtan bakışlarla sert sert baktı, sonrasında sa monoton bir sesle sundu düşüncesini.

"Seni hiç ilgilendirmez."

Dediği şeye karşılık elbette sesim hiç çıkmamıştı. Haklıydı, beni ilgilendirmezdi. Ama onun gözünden. Benim açımdan bakarsak elbette ki beni ilgilendiriyordu.

"JungKook'la kavga ettiler," dedi Dak Ho JaeYeun'un sert tavrını desteklemediğini belli eden bir şekilde. Çekingen bakışlarım JaeYeun'a kaydı. O ise derin bir nefes alarak adeta sabır diledi.

"Jimin başlattı tabii. Zaten sinirleri bozuktu, JungKook'a da sinirlenmiş, birbirlerine girdiler öyle bir anda. İkisi de kötü ya," dedi sonrasında da. Jimin zaten yaralıydı, bir de kavga edip daha da kötü olduysa... Olmamalı. Neden her şekilde bir yara alıyor bu çocuk?

"Neyse ki JungKook çok uğraşmadı. Jimin'in yaralı olduğunu biliyordu."

Bu içimi kısmen de olsa rahatlatmıştı ancak aniden grlen bir özlem hissiyle beraber Jimin'in yumuşak sesi kulaklarımı doldurdu. Elim adeta otomatik bir şekilde telefonuma gitti. Elbette Promise'ı açıp dinleyecektim, sesini unutmamanın, anmanın ve hissetmenin en güzek yanı buydu. Hafif enstrüman sesi üstüne Jimin'in tatlı, bir o kadar da güçlü sesi... Gerçek yaşantımızda pek şey çözemezdi ancak hayali dünyamda çözeneyeceği sorun, açamayacağı kapı yoktu.

"Ne yapıyorsun?" Dedi Dak Ho onlarla göz temasını kırmama karşılık. Şaşkınlıkla transtan çıktım ve ikisine de hızlk bakışalr attım. "Hiç," dedim titrek bir sesle. Yapmamam gereken bir şeyi yapan bir çocuk gibi hissetmiştim. Bu his tanıdıktı. Yengemin mutfağından bir kurabiye almak istediğim zaman yakalandığımdaki o korku, o çekingenlik... Aynı duyguyu yıllar sonra hissetmek iyi gelmemişti. "...müzik dinleyeceğim azıcık."

"Promise dinleyeceksin," dedi JaeYeun elindeki kaşığı bırakarak. "...işte buna pişmanlık deniyor."

Beni 'pişman' ilan etmek için elinden gelen her şeyi deneyecek, hatta bahane olarak sunacaktı ancak ben bir şekilde kaçışı bulacaktım. Mesela, şimdi bulmuştum bile.

paperplane || park jiminWhere stories live. Discover now