altmış yedi

416 50 41
                                    

"Yavaş!"

"Hastaneye gidelim mi?"

"Hayır. İyiyim ben," derken telaşla kağıdı açıyordum. Yazı Jimin'in normal el yazısına göre dağınık ve kaymış olsa da, hala okunabiliyordu. Teşekkür ederim Jimin-ah. Buna ihtiyacım vardı.

"O da ne ya? Bir kağıt parçası için mi parçaladın kendini? Ama yani...gerçek anlamda."

'Selam prenses. Sanırım bu sana son kez böyle seslenişim. Bunu söylemeyi özleyeceğim. Sana adından çok prenses demeye alışmışım.

'Hey, HyeRim-ah. Aynı bana Jimin-ah demen gibi. Sesin kulağımda. Eğer bir gün olur da bu sesi unutursam ne yaparım bilmiyorum. Sakın bana başkası sana öyle der, deme. Kimse senin gibi söyleyemez. Kimse senin gibi öpemez. Kimse senin gibi sarılamaz. Siktir et her şeyi, kimse senin gibi sevemez beni. Dolayısıyla...ne yapmam gerekiyor, bilmiyorum ama zorunda olduğum şeyler var. Yani biraz da benim seçimimdi kabul ediyorum ama yapabileceğimin en iyisi buydu. Seni görmem gerekiyordu ben de bunu seçtim. Yani bir gün gelir de seni başka biriyle el ele görürüm, ne yaparım bilemem ama sen mutluysan senin için mutlu olacağım. Tek dileğim seni mutlu görmek.

Hiçbir şey aynı kalmayacak. Bizim ilişkimizde de hiçbir şey aynı kalmadı. Çocukların hepsi zamanla senden sıkılacağımı, basit bir hoşlantı olduğunu ve sana ulaşamadığım için bu kadar seni düşündüğümü, artık kafama taktığımı söylüyorlardı-JungKook onaylayacaktır bunu-.

Yalan yok, senden delicesine hoşlanıyordum ve gerçekten bu hiç bitmeyecekmiş gibi hissediyordum. Dolayısıyla seni öptüğüm o ilk gün, sonsuza kadar beraberiz gibi hissetmiştim. Sanki dudaklarımızın o komik ve titrek teması bir mühürdü.

Çocuklar aynı şeyi söyleyip durdular, senden bıkacaktım. Sen, diğer hoşlandığım kızlardan farklı olmayacaktın. Yani, yanlış tahmin ettiler. Hiçbir şeyin değişmediği gibi benim sana olan hoşlantım günbegün büyüdü ve aşk oldu. Sonrs sevgi oldu. Her gün seninle uyanmak ve seninle uyumak istediğimi anladım. Sonra seni yaşlanana kadar yanımda istediğimi fark ettim. Seninle yaşamanın ve bir aile kurmanın hayalinin bile sihirini hissettiğim zaman senin odandaydık. O sabah sana ulaşamayınca annenden izin alıp size gelmiştim. Senin dizine yaslanıp, senden akıl alırken o rahatlık öyle hoşuma gitti ki, hayatımın her anında bunu istedim. Basit bir an. Nasıl oldu bilmiyorum. Ama o an seninle bir ömür geçirmek istediğime kar-'

Başından beri arkama çömelip elimdekini okuyan JungKook ve DakHo da benim gibi ağlamaya başladıklarında, ben çaresizce elimdeki kağıda sarılıyordum. Lanet olmasın ki aynı hisleri ben de hissetmiş ve aynı dilekleri ben de dilemiştim. Aynıydık. Bir ömür.

"Bunu neden buraya atmış?"

"Hye... Sakin ol..." dedi DakHo sırtımı sıvazlarken.

"Ya benden nasıl sakin olmamı beklersiniz?! Şuna bak!" Dedim elimdeki kağıdı sinirle göstererek. Gerçekten de nasıl salin olmamı beklerlerdi bilmiyorum. Onları anlayamıyorum.

Belki de onlar beni anlayamadıkları içindi. Anlayamadıkları şey, benim hayatımın en değerli her şeyinin ve her dileğimin avucumdan öylece kayıp gitmiş olmasıydı. Benim de durdurmak için hiçbir şey yapamayacak olmamdı. Durumu sessizce kabullenmek ve sindirmek zorundaydım ama yapamıyordum çünkü bu tekrardan yalnızlığa dönmek gibiydi. Her ne kadar yanımda artık annem ve arkadaşlarım olsa da, bu o çaresizlikten farksızdı. Çünkü Jimin kimsem yokken herkesim olmuştu. Bana pes etmemi söyleyip, öylece gitmesini bir ömür sindiremezdim.

"Ne yap-yapmalıyım?"

Çaresizliğim her harfime yansıyarak çıktığı zaman, herkesi o rahatsız edici sessizlik yine kaplamıştı. Ne güzel sohbet edip eğlenmişken tekrardan bu çukura düşmüştüm. Gülümsemeler ve eğlenceler geçiciydi; ben hayatım boyunca acıya mahkumdum.

paperplane || park jiminWhere stories live. Discover now