kırk dokuz

382 54 17
                                    

 İğrenç baş ağrısı ve yetmezmiş gibi bir sürü kemik ağrısıyla gözümü yeni güne açtığım zaman ortamın değişikliği ve dezenfektan kokusu ile garipsemiştim yerimi. Garipsemekte haklıydım da. Evimde, yatağımda, Jimin'in resmine bakarak uyanabilecekken bir hastanede, klimanın verdiği serinlikle uyanmak pek de iyi hissettirmemişti. Kolumdaki serum bana yarıyor muydu tartışılırdı. Ya da şeffaf renkte olmayan serumun ne olduğu da tartışılabilecek ayrı bir konuydu.

Güneş doğmuştu, odaya da tül perdenin ardından sızarak bir aydınlık getirmişti. Odada benden başka kimsenin olmaması bir gerginlik uyandırırken koltukta annemin eşyalarını görmemle bir rahatlama da hissetmedim diyemezdim.

Önümdeki televizyonun üstündeki analog saat daha sabahın dokuz buçuğunda olduğumuzu bana gösterirken içimden, dün yoldayken de düşündüğüm gibi, okula gidip bizimkileri teneffüste ziyaret etmek geçiyordu. Ancak hastanede, gerçekten de iyi hissetmeyen bir halde yatarken olduğum yerden kalkabileceğimi pek düşünmüyordum. Tüm vücudum o kadar eski ve çürümüş hissettiriyordu ki kendimden iğrenmiştim bile.

Elim hemen yanımdaki telefonuma gitmek istese de kolumu bile kaldıramayacak kadar halsiz olduğumu görmemle suratımı astım. Hatta kendime sinirlenmiştim. Her ne kadar son zamanlarda düzgün yemek yesem de bu yetmemişti anlaşılan. Zaten o yemekleri de iştahım olduğu için değil, annem elleriyle yaptığı için yemiştim.

Telefonumu elime alıp annemi aramak istiyordum. Ne zaman buraya geldiğimizi ve şimdi nerede olduğunu sormak istiyordum ancak fiziksel durumum buna pek müsaade etmiyordu. Mecbur kendime sinirli bir halde derin derin soluyarak beklemeye başladım annemi.

Çok geçmeden kapı açılmış, elinde karton bir bardakla gelmişti annem. Büyük ihtimalle güneşin ayması ile birlikte kendine bir bardak kahve almak için çıkmıştı. Uyandığımı görünce gülümsedi ve sordu yumuşak bir sesle.

"Günaydın! Nasıl hissediyorsun?"

"İğrenç. Anne, her yerim ağrıyor. Kolumu kaldıramıyorum bile..." dememle annem elindeki bardağı sehpaya bıraktı ve yanıma gelerek alnıma bir öpücük bıraktı. İstemsizce sırıttım. Bunca zaman annenin eksikliğini hissettikten sonra gelip de beni öpmesi ve ilgilenmesi, ödül gibi hissettiriyordu. Ya da büyük yaraların üstünün kapatılması kadar rahatlatıcı bir etkendi.

"Yeni uyandın da ondandır belki... Birazdan ağrı kesici vermek için gelirler zaten."

"Peki... Ben neden buradayım? En son yatağımdaydım..."

"Uyurken bayılmışsın mı demeliyim? Bir garipti. Ne kadar dürtersem, bağırırsam bağırayım uyanmadın ve ben de ambulans çağırdım."

"Endişelendirmiş olmalıyım, özür dilerim..." dedim anneme mahcupça. "Önemli değil... Şimdi iyisin ya, yeter. Ancak bilmen gereken yeni bir problemimiz daha var..." dediğinde gözlerimi endişeyle açtım.

"Ama ya..." diye söylenirken annem açıkladı o yeni problemi.

"Yetersiz beslenme. Sana özel bir diyet programı çıkardılar ve buna göre en az üç gün hastanede yatman gerekiyor."

"Oh, hayır..." dedim ve sıkıntıyla elimi alnıma götürdüm. "Üç gün? En az? En az üç gün?" dememle annem başını sallayarak beni onayladı ve çantasındaki katlı kağıdı çıkararak açıp benim kucağıma koydu. Kağıdın üstünde yazanlar açık ve netti, dengeli bir kilo aldırma programıydı bu.

"Olman gereken kilonun altındaymışsın. Ayrıca daha önce buraya gelmişsin, psikiyatristini de işin içine kattılar hemen. Onunla da birkaç seansın olacak. Yani önümüzdeki birkaç hafta, mecburen, Busan'da olacağız. Daha iyi hissettiğin zaman Incheon'a dönebiliriz."

paperplane || park jiminWhere stories live. Discover now