yetmiş dört

384 38 202
                                    

"Dinleyecek misin beni?" Dedi Jimin kapının arkasından. Onu göndermeye asla niyetli olmayan ben bir kere daha kaybetme korkumun ve üzüntümün verdiği gazla birlikte ağlamak, sakinleşmek ve düşüncelerimi sıraya koymak istemiştim. Bu yüzden kendimi banyoya kilitlemiş ve soluklanmaya başlamıştım. İçim dışıma çıkarcasına ağlarken Jimin'in beni görmesini istemiyordum.

Siktir ya, görmesi sorun değil, onu bir daha göremeyecek olmam sorun. Jimin'e bir daha ulaşmamın bu kadar olmayacak olması sorun. Jimin'in dünyanın bir ucuna gidebilecek olması sorun.

"Siktir Park Jimin! Neden en başında bana söylemedin?! Çözebilirdik!"

Banyo kapısına dönüp de ciğerimin son noktasında bağırdıktan sonra kalbimin kulağımda atması ile tekledim. Aldığım derin nefes ile birlikte tezgaha yaslanıp sakinleşmeyi denedim ama gözlerimi kapattığım an gözlerim ağrıyor ve başım dönüyordu. Elimi yüzümü yıkamam gerektiğini bildiğim için hemen lavaboya döndüm.

"Seni yine göremezdim!"

Ben musluğu açar açmaz Jimin'in bu dediğinin yankısı kesilmişti. Bir şey diiyecek gücü kendimde bulamıyordum. Kalbim öylesine hızlı atıyor ve kulaklarım öylesine güçlü uğulduyordu ki her an bayılacak gibi hissediyordum. Sıcak hava dalgası beni boğarcasına boğazıma sarıldığında, lavaboya boş boş bakıyordum.

"Hye?" Dedi sesim çıkmayınca. "HyeRim?"

Sakinleştiğini düşünsem de bir anda bağırması ve bana çıkışmasıyla birlikte meraklandığını ve endişelendiğini anlamıştım.

"Ses versene!"

"İyiyim Park Jimin!" Diye bağırdım en sonunda ona karşı. Endişesini geçirmek için yüzümü hemen kuruladım ve kapıyı açtım.

"Yüzümü yıkıyordum."

Kapıyı açtığım gibi kollarını göğsünün hizasında birleştirmiş olan Jimin bana en sert bakışlarını yolluyordu. Bu bakışları yetmezmiş gibi bir de hırsla soluklanıyordu. Ne diyebilirdim bilmiyordum, en son dediğimden sonra bakışlarının altında ezilmeyi kabullenmiş gibiydim. Normalde bana baktığı zaman yumuşayan bakışları bu sefer biraz bile olsun yumuşamıyordu. Aynı kızgınlığı taşıyordu ve asla ödün vermiyordu. Ha, bana kızgın olmasında sorun yoktu; endişelenmişti ve kızıyordu. Buradaki sorun benim de ona son yaptıkları için kızgın olmamdı. Ben de en az onun kadar kızgındım ve konuşurken ağzına sıçmanak için kendimi zor tutuyordum. Birimiz dudaklarını araladığı gibi diğeri de aralayacaktı ve bağıra bağıra aramızı daha da ekşitecektik. Biliyordum. O yüzden sadece soluklanıyor ve bir şey dememeye çalışıyordum.

"Sana bağırırsam ağlayacak mısın?" diye sordu Jimin bir anda. "Sana çok pis bağırarak kızmak istiyorum ama ağlatmak istemiyorum da," dedi hala derin derin soluklanırken. Bu kelimeleri söylemek çok zor geliyor olacak ki hızlıca söyleyip tekrardan kollarını sıkıyordu.

"Evet," dedim net bir şekilde. Ağlardım. Sinirden ve kırgınlıktan ağlardım. Sakinleşmemiz gerekiyordu. Şu an bana bağırırsa ben de ona bağırırdım ve birbirimizi incitmekten fazlasını yapmazdık. İkimiz de bunun gidişatını anlamış olacağız ki, ölçüp biçerek hareket ediyorduk.

"İki dakika ayrı kalalım o zaman. Odana geçiyorum," dedi ve yanımdan geçerek hemen yan oda olan odama girdi. Kapıyı da kapattığında bıkkın bir nefes verdim. Elimdeki havluyu daralma hissiyle beraber tezgaha attım ve ışığı da sertçe kapattım.

Tam salona dönecektim ki odamın kapısı açıldı ve tanıdık el beni tutup içeriye çekti.

"Ben sakinleştim. Sen de sakinleştin değil mi? Hadi konuşalım."

paperplane || park jiminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin