on beş

1.9K 171 84
                                    

 İki gündür okulda ne Jimin'den ne de onun arkadaş grubundan bir ses vardı ve onların bu hızlı yok oluşu herkesi meraklandırmıştı. Telefonla da, sosyal medyadan da ulaşamadığım Jimin yüzünden gerilmiştim. Daha iki gün önce seni hayatta bırakmam diyen çocuğun aniden ortadan kaybolması için başına bir şey gelmesi gerekmez miydi? Arkadaşları da ortada yoktu. Topluca bela almış olmasınlar?

İki gecedir gittiğim binada da hiç kimse yoktu, defter bile yoktu. En azından kaybolmadan önce bana ortadan kaybolacağı ile ilgili bir mesaj atsaydı. Endişeden dudaklarımı kemirmiş ve bir kaç aft oluşturmuştum bile. Jimin'i bu kadar çabuk kaybetmenin psikolojisi sindirilebilir bile değildi.

Ders zili çalmıştı ancak ben hala kızlar tuvaletindeki kabinde öylece ayakta duruyor, parmaklarımı saçlarıma geçirmiş düşünmeye çalışıyordum. Onun hakkında aman aman bir bilgiye sahip değildim. Okuldaki odaya zaten giremiyordum, anahtarı ondaydı ama ondan hiçbir ses gelmiyordu. Chun Hei'den şüphelenip davranışlarını incelemiştim ama şüphe uyandıran hiçbir davranışı da yoktu, aynı ukala kızdı işte. Keşke Jimin'e ulaşabilseydim.

Elimi saçlarımdan çıkıp kolyeme götürdüm ve gözlerimi sıkıca kapattım. Bunun üstüne dilek dilemek belki de hayatım boyunca yapacağım en saçma şey olacaktı ama bende olan Jimin'e ait tek şey buydu. Sadece onu özlemiştim, onu görmek, hissetmek istiyordum ancak çocuğun ortadan kaybolacağı tutmuştu. Asla bırakmam diyen birinin ortadan kaybolacağı tutmuştu.

"Lütfen seni görebileyim Jimin, lütfen," dedim sesim titrerken. Yüzüğü öyle sıkı sıkıyordum ki parmağımın kenarı kesilmiş bile olabilirdi.

 Gözyaşlarım düşmeye başladığı anda ellerim titremeye başladı, gözyaşlarım yüzüğü tutan parmaklarıma düştüğünde dudaklarımı aralayıp titrek nefesimi saldım.

"Düşün Hye, nerede olabilir?"

Kendi kendime mırıldanmalarım sonuç vermiyordu ve bu beni delirtiyordu. İki gündür tüm opsiyonları denemiştim ama yoktu işte! Kayıptı!

Kızlar tuvaletinin boşaldığını kesilen uğultudan anlayabiliyordum. Kendimi biraz daha rahat hissederek ağlamaya başladığımda parmaklarım yüzüğü tutamaz hale geldi ve ellerimi serbest bıraktım.

Hayır, Jimin daha iki gün önce buradaydı, akşam beraber binada vakit geçirmiştik ve sonrasında beni eve bırakmıştı, şimdi neredeydi? Nereye kaybolmuştu?  Mantıklı değildi.

Beni gerçekten sevdiğini biliyordum, buna adım gibi emindim, benim için hissettikleri hemen unutulacak kadar basit değildi. Bir yere giderken mutlaka bana haber verirdi, değil mi?

Zaten işi şüpheli yapan da bu noktaydı ya! Haber vermeden gitmişti ve aynı şekilde onun arkadaşları da ortadan kaybolmuştu! Ortak bir noktaları olduğu şüphesiz kesindi!

 Böyle olmayacak bu HyeRim. Aynı noktaya dönüp dolaşıp geliyorsun. Bu dööngü bitecek gibi değil. Elinden hiçbir şey gelmiyor!

Bu derse giremeyeceğim kesinleşmişti ki zaten girmek falan da istemiyordum. Bu kafayla girdiğim dersten hiç bir şey anlamayacaktım ve kafayı vurup uyumak isteyecektim ve her zamanki gibi öğretmen de uyutmayacaktı.

Kabinden çıkarak lavaboların yanına ilerledim ve aynadan kendime baktım. Gözlerimin altı kızarmış, yanaklarım da gözyaşları yüzünden parlak gözüküyordu. Sweatshirtimin cebindeki peçeteyi kontrol ettim ve orada olduğunu anlayınca yüzümü soğuk suyla yıkadım ve peçeteyle kuruladım.

"Biraz hava alalım HyeRim, sonra kendimizi toplayalım. Ona ulaşacaksın. Yani nereye gitmiş olabilir ki?"

 Cehennemin dibine. Bilmiyorsun!

paperplane || park jiminWhere stories live. Discover now