yirmi yedi

1.4K 115 35
                                    

Jimin'in okuluna doğru yürüyordum kalabalık sokaklarda. Bueası gerçekten kalabalık bir şehirdi. Tabii Busan'da kalabalıktı ama benim oturduğum kesim o kadar kalabalık değildi. Ama burada her sokak o kadae kalabalık ve gürültülüydü ki birkaç dakikadır kulaklarım aralıksız çınlıyordu.

Jimin'i görüp göremeyeceğimi merak ediyordum. Onu özlemiştim, gördüğüm gibi ne olursa olsun ona kocaman sarılacaktım. Onun beni bırakmadığına emindim. Koskoca bir buçuk hafta geçmiş olsa da, beni asla bırakmazdı Jimin. Jimin'in sevgisine inanıyordum ve sadık biri olduğunu da biliyordum. Her şeyi çözebilmenin tek yolu onu görebilmekti.

İlerlediğim sokaktan haritanın gösterdiği ara sokağa girdiğimde aniden kendimi kalabalıktan sıyrılmış halde bulmuştum kendimi. Biraz ürkütücüydü tabii, böyle büyükşehirlerde ara sokaklardan birinde tek başıma bulunmanın pek güvenli olmadığını biliyordum. Haritadan başka bir yol bulmaya çalıştım ancak harita tek bu yolu gösteriyordu. Kısa gözüktüğü için kabul ettim ve adımlarımı hızlandırdım.

Olur da kaçmamı gerektiren bir şey duyarsam diye kulaklıklarımı takmamıştım. Sessiz sokakta benden başka kimsenin bulunmamasının nasıl mümkün olabildiğini sorgulamaya başlarken sokağın diğer ucundan gelen insanları görmemle içime su serpilmiş gibi olmuştu. Bir ferahlama ve rahatlama yaşamıştım.

Jimin'i görebilme umuduyla onun okuluna doğru ilerliyordum ama olur da onu göremezsem onun için daha fazla ne yapabilirdim bilmiyordum. Elimden daha ne gelirdi ki? Ona ulaşmak için elimden gelen her şeyi denemiş ve en sonunda da karşıma çıkan fırsatlarla kendimi Incheon'a atmıştım. Onu göremezsem tüm umutlarım gerçekten tuzla buz olacaktı ve her şeyi şansa bırakmak zorunda kalacaktım. Bundan korkuyordum. Her şeyi şansa bırakmak aynı süreçt zamana bırakmak demekti ve çoktan bir buçuk hafta geçmişti bile. Daha fazla zmana bırakmak ve Jimin'i aramakla uğraşmak istemiyordum.

"Gecikmemeliyiz!"

Sokağın diğer ucundan bu tarafa doğru koşan üç tane genci görmemle bir umut gözlerimi kısmıştım. Üstlerinde formalar vardı, okuldan kaçmış olmalılardı. Çocuklardan biri yanımdan geçip gidecekken şans eseri gözgöze gelmemizle ikimiz de adımlarımızı yavaşlatmıştık. Pekala, sanırım şansa bırakmak o kadar kötü değildi. Bu otelden Jimin'i arabaya almaya gelen çocuklardan biriydi.

"HyeRim?" dedi emin olmak istercesine durup, bana bakarken. "Sen..." dedim işaret parmağımla onu işaret ederek. "Jimin'in arkadaşısın, değil mi?"

Çocuk yüzüne memnun olduğunu belli eden bir gülümseme yerleştirdiğinde istemsizce ben de gülümsedim. Bu iyi hissettirmişti. Jimin'e dair bilgi edinebileceğimi bilmek çok iyi hissettirmişti.

"Bu çok iyi oldu," dedi çocuk neşeyle gülüşünü düşürmeden.

"Jimin hakkında bir bilginiz var mı?" dedim konuya direkt dalarak. Çünkü nasılsın, iyiyim, gibi sohbetlere hiç girecek modumda değildim. "Onun yanına gidiyorduk," dedi çocuk yolu işaret ederek.

"Ama biraz hızlı olmalıyız çünkü çok vakti yok," demesiyle elimdeki telefonun ekranını kilitledim ve omzumda asılı olan çantamın içine tıkıştırdım. Hepsini arkada bırakıp söyledikleri parka koşa koşa gitmeye hazırdım.

(...)

Nefes nefese geldiğimiz ağaçlık alana bakıyordum. Parktı burası, şehrin kalabalık kısımlarından birine konumlanmış, banklarla ve süs havuzları ile döşenmiş tatlı bir parktı. Yerlerine teker teker, kandırmaca değilse, küp taşlar döşenmişti ve böylesine kalabalık ve yoğun bir şehirde bu park insana şehrin dışıymış gibi bir izlenim veriyordu. Kalabalık oluşu da bu yüzdendi herhalde; kalabalık ve yoğunluktan sıyrılmak isteyen insanlar buraya geliyor olmalılardı.

paperplane || park jiminWhere stories live. Discover now