altmış beş

432 53 48
                                    

 Uzandığım koltukta gözyaşları içinde tavanı izlemeye başlayalı yaklaşık bir saat oluyordu. Jimin'in benden bağımsız bir hayat geçirecek olmasının gerçekliği beni sarsalı çok olmamıştı. Hatta bu sarsıntı, benim farkında olmadan kurduğum ciddi hayallerin, hatta hedeflerin farkına varmamı sağlamıştı.

 Jimin'i annemle tanıştırmak, benim için büyük bir olaydı. Nasılsa Jimin annemden çok daha öncesinde hayatıma dahil olmuştu ve içimden bir ses her ne kadar acımasız olabilse de Jimin'in beni annemden daha iyi tanıdığını düşündürüyordu bana. Benim için de bunca yıldır hayatımda olmayan annemle tanışmak zordu, Jimin'i de kendisinden bile daha önce hayatımda var olan ve bana yaşamak için sebepler veren biri olarak anneme tanıtmak benim için hissettiğimden daha da derin bir önem taşıyordu. Daha doğrusu, Jimin'i annemle tanıştırdığımdan beri, ilişkimizin çok daha ciddi bir boyut atladığını hissetmiştim. Büyük bir gelişmeydi bu. Hatta o andan itibaren, Jimin'le aramızın asla açılmayacağını, bir ömür birlikte yaşayabilecek olduğumuzu kabullenmiştim. Bunun farkına ise sadece onu kaybettikten sonra varıyordum.

 Benim için Jimin evlenebileceğim, beraber yaşlanmak istediğim biriydi. En sevdiğim, en değer verdiğimdi. Bilmiyorum, nasıl ifade edebileceğimi bilmiyorum ama yeri enim için her daim özeldi ve şimdi hayatımdan cidden çıkması beni boşluğa düşürmüştü.

 Hayatımın geri kalanı çökmüştü sanki. Hayatımın geri kalanında kurduğum hayaller, içten içe planladığım şeyler bir anda çökmüştü. Amacımı, neşemi ve isteğimi kaybetmiştim. Jimin'i gidip de bir saniye daha görmek için her şeyimi verirdim. Sanki o benim soluduğum havaydı da, şimdi hiç hava kalmamış gibi hissettiriyordu. Sebep kalmamıştı, neden yoktu. Boşluk vardı. Bir boşlukta süzülüyordum. 

 Ama bu benim için pek önemli değildi. Bu boşlukta önüme bir daha sebep çıkmayacağını adım gibi biliyordum. Ellerim boştu, ama aklımda tek bir konu dönüyordu: Park Jimin.

 Ne yapıyordu? Şu an nasıldı? Ne düşünüyordu? Yaraları nasıl olmuştu?

 Bunların hiçbirine tamamen beni tatmin eden bir cevap alamayacağımı biliyordum, bunun çaresizliği beni uzandığım koltuğa biraz daha çekerken, kalbimdeki bitmek bilmeyen sızıyı daha da arttırıyordu.

 Sadece her düşünceden, her gerçeklikten kaçmak ve mümkün olan ilk noktada kolları arasına girip soluklanmak istiyordum. Beni bu aşırı yorucu, üzücü ve iğrenç durumdan kurtaracak tek kişi olan Jimin'in kolları arasında, özlediğim sıcaklığı ve aşina olduğum kendine has kokusuyla dinlenirken nefesinden parmak uçlarına kadar her kıvrımında hissettiğim sevgiyi tekrar hissetmek istiyordum.

 Tanrı aşkına, her şey o kadar netti ki. O sevginin bende uyandırdığı heyecanı, yumuşak duyguyu, aramızdaki o uyumu öyle net hatırlıyordum ki, delirecektim. Her şeyi hatırlıyor, hissediyor gibi oluyordum. Parmağı cildimi sıyırırken verdiği nefesi hissediyordum ama bir saçma gerçeklik ögesi beni anlık olarak dünyamdan çekiyor ve gözlerimi açtırıyordu. Kendimi salonun ortasında, televizyonun karşısındaki koltukta, malca bir pozisyonda uzanırken bulduğumda da kendime ve duruma tekrar küfrediyor, acıyan canıma karşılık koltuğu tekmeliyordum. Artık bandajın yeni olması aklımdan çıkmış ve önemsizleşmişti. Sadece hayal dünyama tekrardan kapılmak ve tekrar hissetmek istiyordum. 

 Dudaklarımın üstünde hayal meyal o baskıyı hisseder gibi oldum, parmaklarını ensemde ve sıcaklığını vücudumda hisseder gibi... Ancak artık o hisleri hissedenin ben değil de onun hayatına girecek yeni biri olacağı düşüncesi beni hayalimden hıçkırtarak çıkardı. Hıçkırarak ağladığım sırada nefesimin daralması ile boğulacak gibi hissettim ve hayvani bir hayatta kalma içgüdüsüyle beraber oturur hale geçtim. Elim yanımdaki yastığı sinirle kavramışken, Jimin'in başka birinin saçlarını okşarken sarılacak olmasının düşüncesi, beni titretmişti.

paperplane || park jiminWhere stories live. Discover now