yirmi sekiz

1.5K 137 65
                                    

Otelden içeri girerken çantamın ipini daha sıkı kavradım, başımı geriye atarak derin bir nefes aldım. Açık açık korkuyordum çünkü, karşımda annemi görecek olmak beni korkutuyordu. Belki de beklediğim gibi biri değildi, belki de beklediğimden daha iyiydi. Hiç bir şey bilmiyordum ve içeei girmediğim sürece de öğrenemeyecektim.

Adımlarım Starry Hotel'in süslü püslü kapısından içeri tüm özgüvenimle birlikte girdiğinde gelenleri selamlayan çalışanlara başımla selam verdim ve kenardaki asansörlere ilerledim. Restoran en üst kattaydı, teraslı bir yerdeydi. Gelmeden önce resimlerini incelemiştim tabii ki. Kıyafetimi de ona göre hazırlamıştım.

Etraftakilere göre hala biraz hafif kalıyordu kıyafetim. Yine de umursamadım, elimden şimdilik bir şey gelmezdi.

Asansörün gelmesini beklerken aynalı olan asansörün kapısından kendimle gözgöze gelmiş, omuzlarımı biraz daha geri alarak duruşumu düzeltmiştim. İyi gözüküyordum, boynumdaki kolye de parlıyordu. Parıl parıl parlayan yüzük ile biraz daha özgüvenli hissettmiş ve yüzüme minik bir gülümseme yerleştirmiştim.

Aslında Jimin'le olan tartışmamız bir alevleniyor, bir de sakinleşiyordu, ikimiz de dengesiz hissetmiştik. Zaten sonra da benim gitmem gerekmşiti. Jimin gelmek istemişti ama annemi tek başıma görmemin daha iyi olacağını düşündüğüm için ona motel odasında kalmasını söylemişti. Ben gelene kadar bekleyeceğini söylemişti. Sonrasında da alnıma kocaman bir öpücük bırakarak beni uğurlamıştı.

Ona olabilecek en kısa sürede eve geri gitmesini, evden uzak kaldığı sürece başına alacağı belanın ve duyacağı sözlerin o kadar ağırlaşacağını söylemiştim. O ise yine ve yine omuz silkerek gelmemi bekleyeceğini söylemişti. Telefonu alan da yoktu yanında yoktu, onu o odada öylece bırakıp gittiğim için kötü hissediyordum. Zaten pek de güvenilir bir sokakta değildi, birbirimize güvenmiştik odayı kiralarken de.

Açılan asansöre yanımda birkaç kişiyle daha girdikten sonra restoranın adının bulunduğu tuşa bastım. Yirmi üçüncü kat... Yuh.

Asansör yukarıya tırmanmaya dvam ederken korktuğumu ama korkmamam gerektiğini biliyordum. Bu iki hissiyat öyle iğrenç bir şekilde harmanlanıyordu ki tüylerimi diken diken ediyordu. Ah... Belki de Jimin'i de yanıma almalıydım.

Asansör birkaç katta durduktan sonra, beklediğimden daha uzun bir sürede yirmi üçüncü kata açıldığında sağ tarafta bir resepsiyon, birkaç çalışanla beraber karşılamıştı asansörden inenleri. İlk inen ben olduğumdan yanına ilerlediğim kadın çalışan beni karşılamıştı.

"Merhaba, hoş geldiniz. Randevunuz var mıydı?"

"Jung RanMi adına gelmiştim," dedim biraz tereddütle. Elindeki makinanın ekranına baktı ve yüzüne bir gülüş yerleştirdi ve içeriyi işaret etti. Böyle davranışlara alışkın değildim. Yine de her şey normalmişcesine davranmayı başardım.

"Böyle devam edelim lütfen," diyen ve benden önce adımlayan kadını takip ederek neredeyse tüm şehri gören cam kenarındaki masada, bir adam ve bir kadının karşısına geldiğimizde ise kadın gitmiş, o iki birey ile karlı karşıya kalmıştım.

O kadın bana mı benziyordu? Belki biraz.

"Merhaba," dedim zor olsa bile sakinliğimi korumaya çalışarak. "HyeRim?" Dedi kadın karmaşıklaşan bakışları ile birlikte. Benden önce gözleri dolmuştu, ellerini yanındaki adam tutmuş, sırtını sıvazlamaya başlamıştı. Kadın yanağına düşen bir damlaya engel olamadığında ben de istemsizce ağlayacağımı hissettim. Ağlamamalıydım ama. Jimin öyle demişti. Ağlamana gerek yok, eğlenmene bak, annenle tanışmanın tadını çıkar, demişti. Hikayenin nasıl devam edeceğini bilmediğimiz için böyle demişti elbette. Annemin ağlayacağını hesabı katmamıştık.

paperplane || park jiminWhere stories live. Discover now