kırk sekiz

361 60 28
                                    

 Busan'a uzun bir süre sonra ayak basmış olmanın verdiği özlem ile havayı ciğerlerime çekerken içimde hala bir burukluk vardı. Jimin'in eksikliği Busan'ı benim için biraz da olsa çekilemeyecek, renksiz bir yer haline getirmişti aniden. Normal yaşantımın her saniyesini Jimin'le geçirmedim elbette, son zamanlarda da olsa hayatıma girmiş ve kocaman bir yer kaplamıştı. Dolaysıyla Busan onsuz çok boş hissettirmişti.

Evimin kapısına adımlarken annem de sakin adımlarla beni takip ediyordu ancak biraz tereddütlü adımlar atıyordu. Tabii, onun için daha zor bir olaydı bu. Bunca zaman görmediği, bırakıp gittiği kızının tek başına büyüdüğü ve kafayı yediği, kendini kilitlediği ev görünümlü hapishaneye girecekti. Kendinden uzakta bir şekilde büyüyen evladının hayatından izlerin arasına kendini atacaktı. Belki huzursuzdu, belki de içinde tarif edilmesi zor bir hissiyat vardı. Bunu kestirmek zordu. Yine de üstündeki hafif gerginlik dalgalarını hissettiğim için yanına gidip elimi omzuna yerleştirdim. Omzunu hafif hafif sıkarken kendisini rahat tutmasını söyledim ancak annemin dolu gözleri bir benim üstümdeydi, bir de iki katlı orta boyutlu evimin.

Ben de girmeye pek hazır hissetmiyordum. Odama çıktığım an yine gözümde Jimin'in yatağımda uyuklayışı belirecekti, üstüne onu özlememe kızdığı için bana bağırdığı telefon görüşmesi. Tüm bu aklıma dolanlar sonunda beni üzdüğünde kendimi hüngür hüngür ağlarken yatakta bulacaktım. Sonrasında da gözlerimi açtığımda hemen dolabımın yanına yapıştırdığım Jimin'in binanın önünde çekilmiş fotoğrafı ile çakışacaktı bakışlarım. Sonra da mantığım duygularımla çakışacak, beni daha da boğacaktı. Verdiğim karardan dönmemek için kendimi daha da sıkacaktım.

Olacak her şeyin farkındaydım. Kendime neler çektirdiğimin ve Jimin'i ne kadar üzdüğümün de o şekilde. Ancak Jimin'in de kendisi için daha iyi olabilecek şeyler uğruna çabaladığımı fark etmesini istiyordum. Bne kendimi iğrenç bir döngüye sokup da canımı feda edebilecek kadar hazırdım bu üzüntüye. Sadece onun mutlu olmasını ve zarar görmemesini istiyordum.

"Anne, üzülmene gerek yok," dedim ve omzunu bir daha sıktım annemin. Düşüncelerimden sıyrılamamıştım hala, aklımın yüzde altmışını ele geçirmişlerdi bile. Sürekli bir yanda Jimin'e ait düşüncelerim akıp duruyordu. Yüzde onunda da herkese verdiğim hüzün, acı ve zaman kaybı. Geriye kalan yüzde otuzu ise benim bugün şu an burada oluşumdu. Varlığımdan haberdar olan kısım beynimin sadece yüzde otuzuydu.

"Hatta kafa dağıtmak için tatlı bile sipariş edebiliriz!" dedim sesimi zorla olsa da neşeli çıkararak. "Buralarda çok kaliteli bir kafe var. Hem de eve sipariş yapıyor. Bayılacaksın!" dedim ve komik, hızlı adımlarla evimin kapısına ilerledim. Hala annemin bana doğru adımlamadığını gördüm. Bu görüntü sadece Jimin'in evin önünde durup veda etmesini anımsatmıştı bana. Sertçe yutkundum ve ardından da derin bir nefes aldım. En azından şimdilik annemi rahat ettirebilmek için acı verici anılarımı bir kenara bırakmalıydım.

Sonunda anahtarı kapının deliğine sokup çevirdim, tanıdık sesin kulağıma işlemesi uzun zamandır hayatımdaki rahatsız edici bir eksikliğin giderilmesi gibi tatmin edici bir hissiyat uyandırmıştı.

Kapıyı ittirip bir süredir tüm camları kapaklı olduğu için hava almayan evin basıklığını geçirirken anneme tekrar döndüm.

"Hadi anne! Ne yersin?" dedim ayakkabılarımı da çıkarırken.

"Krepe pastaları çok güzel buranın," diye de ekledim ayakkabıları ayakkabılığın altına ittirirken. Annem elinin tersiyle düşen bir iki gözyaşını ittirdi ve hafifçe sırıtarak geldi içeri. Ayakkabılarını çıkarırken gözleri evimin içinde dolanmıştı. Hafifçe yavaşlar gibi oldu ancak hemen sonrasında tekrardan iki üç gözyaşını ittirerek ayakkabılarını benim gibi kenara ittirdi. Ben de kapını üstündeki anahtarı alıp kapıyı kapattım. Hemen camları açmak için ilerledim.

paperplane || park jiminWhere stories live. Discover now