altmış üç

416 61 14
                                    

 Uykunun tutmadığı karanlık geceyi, kollarım arasında yorgunluğuna kapılarak uyuyan Jimin'i izleyerek geçirmiştim. Derin derin soluklanıyordu, rüya görüyor muydu pek emin değildim ama aralanan dudaklarından aldığı nefesler bazen ritmini kaybediyor ve derinleşiyor ya da hızlanıyordu.

 Tüm gece saçlarıyla oynamış, suratının her çıkıntısını incelemiş ve farkında olsa da olmasa da Promise'ı mırıldanmıştım bir ninniymişçesine. Sabah gelip de gözlerini açtığı zaman bizi ayırmaya niyetlendiği sözlerini dökeceğinden o kadar emindim ki, bu korkunç düşüncenin gerçekleşeceğini bilmek beni ağlatmıştı. Ne kadar ağlarsam ağlayayım, ne kadar üzgün olursam olayım Jimin'in uykusunu bölmemek için sessiz kalmaya çalışmıştım. 

 Arada Jimin'in göğsüne kafamı yaslamış, kalp atışlarını dinlemiştim. Ona sarıldığımı hisseden Jimin kolunu sırtıma atıyor, okşuyor ve sarılıyordu. Bilincinde değildi bu yaptığının, ama sanki o da bir süredir yanımda uyumayı beklemiş gibiydi. Bu huzuru bir daha yaşamamıza izin vermeyeceğini düşünmek bile acıtırken, son kez yaşamak bana bir süreliğine de olsa saniyeleri saydırmıştı. Saniyeler bir yerden sonra dakikalara dönüştüğünde de saymayı bırakmıştım. Sonrasında da saatlere dönüşmüştü.

 Gün aydınlansa da, saat erken sabahtan aydınlık sabaha geçiş yapsa da Jimin uyuyordu. Yorgunluğunun üstünden gelmesi biraz zaman alacaktı, biliyordum. Ve uyandığı zaman da bizden pes ettiğini söyleyecekti. Bunu yaşayacaktım ama elimden geldiğince ertelemek istiyordum. Bu yüzden aydınlanan güne karşılık yaptığım şey koyu perdelerimi çekmek ve odamın kapısını kapatmak olmuştu. Sonra da usulca yeniden yerleşmiştim Jimin'in yanında. Kafamı koluna yaslayıp, yüzümü de göğsüne döndüğümde Jimin'in eli sırtıma gitmiş, beni kendine çekmişti. Soluğu tek seferliğine derinleştiğinde, uykusunun açıldığını anladım.

 Başımı kaldırıp ona baktığımda ise gözlerinin hala kapalı olduğunu fark ettim. O da uyuma istiyordu. Biraz daha olsa uyumak istiyordu. O da vereceği karardan memnun değildi çünkü.  da ertelemek istiyordu. Ertelemesine izin verecektim. Çünkü henüz artık yaşansın da bitsin, noktasında değildim. Sonsuza kadar böyle erteleyelim, noktasındaydım. Elimden geldiğince de erteleyecektim.

 Jimin'in suratı saçlarıma gömüldü yavaşça. Sonra da yanağını yasladı, derin bir nefes aldı. Sakindi. Uyanmasını istemiyordum. Bir anda uykusunun açılmasını ve kendine geldikten sonra da bana bizi bitirdiğini ve artık birlikte olmadığımızı söylemesini istemiyordum.

 Yatakta yukarı kaydım. Onun bana sarılmasındansa, ben ona sarıldım. Kafasını omzumla göğsüm arasına alırken kolumu da üstüne attım. Jimin'in derin soluklanmasını duyduktan hemen sonra ben yasladım başımı saçlarına. Sırtındaki elimi saçlarına çıkardım, hafif hafif okşarken de Jimin'in soluğunu dinlemeye başladım. Bana biraz daha yaklaşmış, kolunu belime atmıştı. Bu sıcağı o da seviyordu. Bu sıcak ona da iyi geliyordu, biliyordum. Ama bu şeyler onun bizi yıkmaması için yeterli değildi.

 Bizim gibi zayıf insanların birlikte ayakta kalabilmesi için başımızda hiçbir dert olmamalıydı. İkimiz de huzurlu bir şekilde, kalabalıktan ve diğer tüm insanlardan uzakta, tamamen başbaşa kalmalıydık. Hiçbir dış etken olmadığında göz kamaştırıcıydık çünkü.

 Ama ikimiz de bu kadar hassas insanlarken, zordu işte. En azından birimizin umursamaz ya da güçlü olması gerekiyordu. İkimiz o kadar hassastık ki, bunları atlatmadan güçlenemiyorduk. Bu da bir süreçti. Jimin de atlatacak ve bunların atlatabilecek şeyler olduğunu fark ettikten sonra kendine gelecek ve geri dönecekti. Biz beraber olmak için yaratılmıştık. En azından bana böyle hissettiriyordu. Çünkü Jimin olmasa, ben bugün var olmazdım. Bunu biliyorum.

paperplane || park jiminOpowieści tętniące życiem. Odkryj je teraz