otuz beş

851 101 75
                                    

Kapağını açtığım dolaba öylece bakarken kapalı gözlerimi odanın geri kalanında gezdirmeye başladım. İkinci günüm. Hala bir o kadar uzak hissettiriyor. Beyaz, gri ve hafif pembe tonları kesinlikle çok güzel, yumuşacık, sarı ışıklar da çok güzel ancak kesinlikle alışmakta zorluk çekiyorum.

Normal dolabıma kıyasla iki katı dolu olan dolabıma öylece bakıyordum işte. İçindekileri kendi bütçemle karşılamam kim bilir kaç yılımı alırdı... Kaç yıl birikim yapmak zorunda kalırdım bilemiyorum bile... Anneme bu kadar pahalı şeylere ihtiyacım yok, demiştim ancak o almak istediğini tekrar ve tekrar söylemişti. Beğeniyordum da, yalan söylemeyeceğim. Güzel kıyafetler, kaliteli, eskimeyeceği belli olan kumaşlar... Kendi paramla almadığım için giydiğimde her ne kadar güzel gözüksem de huzursuzluk yaratıyorlar işte.

Annemin müstakbel eşine hala ne diye sesleneceğimi kestirememenin verdiği gerginlik, onun adımlarını koridorda duymamla başladı. Koridorda ses duymaya bile alışık değildim ben. Elbette ev halkından adım atmamalarını isteyecek kadar salak değildim, alışmak yapabileceğim tek şeydi.

"Akşam yemeği! Ne istersiniz? Çıkıp da yiyebiliriz," dedi annem salondan. Evin uzun koridorlarında yankı yapan sesini duymamla birlikte yerimden kalktım ve odamın kapısını açık bırakarak salona ilerledim.

"Bana istediğiniz her şey uyar," dedim salonda oturan ikiliye bakarak. Hala ikisinin aynı anda bulunduğu ortamda bulunmaya çekiniyordum ancak belli etmemek için elimden geleni yapıyordum.

"Selam HyeRim," dedi annemin yakında evleneceği adam bana bakıp, el sallayarak. Biraz daha aramız ısınmıştı sanırım, dünkü akşam yemeğinden sonra. "Merhaba," dedim elimi sallayarak. Yine de seviyemi korumaya çalışıyordum.

Kesinlikle iyi birine benziyordu, annemle de iyi anlaştığına şüphe yoktu. Tam böyle gece kart oyunları oynanacak, bir film izlendikten sonra üstüne tartışılabilecek biriymiş gibi duruyordu. Elbette, daha önce kimseyle böyle bir oyun oynayıp eğlenmedim, film izleyip tartışmadım ancak annemin müstakbel eşi ile kendimi gördüğüm yer kesinlikle burası olurdu.

Annemin yeni evlendiği kişi benim üvey babam olurdu, değil mi? Bir babam yoktu ancak bir üvey babam olabilirdi. Gerçek bir baba olmayacak tabii ki, hiçbir zaman olmadı da zaten. Sadece beni anlayacak, anlayış gösterecek bir baba figürü. Annem, artık annem var.

(...)

Gözlerimi kapatamayacağımı anladığım an elim umutsuzca telefonuma gitti ancak aradığımda açmayacağını bildiğim için telefonumu almaktan vazgeçtim. Umutsuzca üstümdeki örtüyü ittirdim ve dolabımı açtım. Köşede katlı duran Jimin'in sweatshirtünü tuttum ve üstümdeki tişörtü çıkarmadan üstüme geçirdim.

Kapüşonu kapalı tuttuğumda ciğerlerime şimdiden dolan Jimin'in o tanıdık kokusu ile kendimi biraz daha çektim sweatshirtün içine. Mutluydum, uyuyabilirdim artık. Hem uykumu almalıydım. Okulumun ikinci gününü ölü bir vücutla geçirmek istemiyordum.

(...)

"HyeRim," diyordu tanıdık ses. Onun sesini bile duymak uykumu açmış, üstüme bir ışık indirmişti sanki. Yine de kafamı kaldıramamıştım, o kadar uykuluydum ki ilk derste uyumuştum.

"Hm?" Diyebildim Jimin'e karşılık. Kafamı kaldırmaya çalıştığımı görünce elini omzuma koydu ve beni engelledi. "Uyuyamadın mı?" Demesiyle başımı hafifçe sallarken onaylayan mırıltılar çıkardım.

"Uyu, uyu..."

Elini omzumdan indirip masamın ucuna koyduğunu hissettiğimde çekinsem ve başkalarının göreceğinden korksam da elimi onun eline götürdüm. Kapayıp açmakta zorlanan parmaklarımı onun parmaklarına doladığımda elini ben sormadan benim yakınıma çekti. Şimdi elini tutuyordum, diğerleri görmesin diye ellerimizi kapattığına emindim.

paperplane || park jiminWhere stories live. Discover now