ALINTI 1

10.2K 388 136
                                    

Merhaba arkadaslar. Hırçın Güvercin'i ve beni özlediniz mi bilmem ama ben sizleri cok özledim.Oncelikle daha once bahsetmis oldugum internet sorunum devam etmekte. Bir sekilde telefondan bolum yukleyecegim bir muddet. Sanirim takipteki bir cok arkadasim hikayeyi kütüphanesinden silmiş hakli olarak :( cok uzun sure oldu bölüm paylasmayali. Sizden istedigim hikayemizi daha fazla kisiye ulastirabilmek adina arkadaslariniza tavsiye etmeniz ya da sosyal medya hesaplarinizda paylasmaniz. Alintimizin devami en kısa sürede gelecek. Sonrasinda da bölüm yuklenecektir. Begenmeyi ve yorum yapmayi unutmayin lutfen. Hepinizi cok cok öpüyorum. Sevgi ve mutluluk peşinizi hic bırakmasın :))

Salonu boydan boya kaplayan camın önünde durmuş, yağan yağmuru izliyordum. Antalya bu mevsimde çok soğuk olmasa da birkaç gündür bardaktan boşanırcasına yağan yağmur hız kesmeden devam ediyordu.
Omuzlarımdan dökülen hırkanın iki yakasını tutup göğsüme sardım. Bomboş hissediyordum. Gözlerim, kaldığım evin bahçesinde defalarca hareket ederken ruhum; içindeki karanlığa hapsolmuş can çekişiyordu. Neyi bekliyordum? Ölmekse gelecek olan; Yağız’dan gittiğim gün zaten ölmekten beter olmuştum. Bütün bedenim, aklım, fikrim derin bir mateme bürünmüştü. Nefes alan bir canlıydım sadece; tıpkı yağan yağmur damlalarının bile bu mevsimde can veremeyeceği bahçedeki kurumuş ağaç gövdesi gibi… Onun bile ne zaman can bulacağı belliydi; baharda yaprakları yeşerecek, dallarında çiçekler açacaktı. Benim ise ruhum, hep kışta kalacak, bahar; her gece görmek için can attığım bir rüya olacaktı artık. Benim kalbime gün doğmazdı artık, çiçekler açmazdı gönlümde. Gülüşler; bir serap aşk; ara sıra bahçedeki ağaç dallarına konan güvercinlere özlemle bakmaktan öteye gidemeyecekti. Kalbim, en hüzünlü şarkıları çalan bir müzik kutusundan farksızdı…
Yere kadar uzanan pencereyi hafifçe aralayarak dışarıdaki temiz havayı içime çektim. Hava da en az benim ruhum kadar kasvetli ve yorgun görünüyordu. Bedenimin hissettiği tek şey soğuktu. Damarlarımda dolaşan kanın sıcaklığı bile beni ısıtmaya yetmiyordu. Yağız’dan gittiğimden beri üşüyordum. Bedenim, bir buz dağını andırırcasına buz tutmuştu, bedenim ile birlikte tüm hislerimde…
Otuz yedi gün… Tam tamına otuz yedi gün olmuştu sevdiğim adamı ardımda bırakalı. Otuz yedi gündür ne gündüzlerin ne de gecelerin bir anlamı vardı. Yağız’a bir şey olduğunu öğreneceğim korkusuyla televizyonu bile açmıyordum. Onun yanından kaçmakla onu koruduğumu düşünsem de içim hiç rahat etmemişti. Şimdi ne haldeydi acaba? Geride kalan gidenden daha çok acı çeker derler, ben korkakça gitmiştim sevdiğimden, o da benim kadar acı çekiyor muydu? Gittiğim için bana kızmış mıydı? Yüreğim kan revan içinde kanamaya devam ederken, Yağız yasımı tutuyor muydu acaba, yoksa prangalar mı vurmuştu yüreğinin kapılarına? Bunu hiç bilemeyecektim. Herkesle iletişimimi kesmiştim. Derya’nın benim için ayarladığı evden birkaç gün sonra ayrılmış kimselerin bilmediği başka bir evde Azraillimin beni bulması için gün sayıyordum.
Korkmuyordum artık ondan Ne ismi ne de bıraktığı hatıraları beni acıtmıyordu. Nefretten başka bir şey hissetmiyordum… Bu zamana kadar beni bulamamıştı. Sanırım bu hayatta başarabildiğim tek şey Eymen’den kaçabilmek olmuştu. Bunu ikinci kez yapıyordum fakat bu sefer ardımda kalbimi bırakmıştım. O yüzdendi sanırım bu korkusuzluğum, vurdumduymazlığım…
Vücudumun titremesiyle kollarımı bedenime daha sıkı sardım.Bu gün de geçmek bilmeyecekti anlaşılan.Kafamdaki düşünceleri ruhumun tozlu raflarına kaldırmak hiç bu kadar zor olmamıştı. Neredeyse her gün, her Allah’ın günü Yağız’ı aramamak için kendimle girdiğim savaştan bu gün de galip gelmiştim. Sadece sesini duymaktı istediğim. Ne dokunmak, ne bakışmak, ne de konuşmak. sadece o güzel sesini duymak…  Ama biliyordum ki kendime yenilip onu aradığım ilk fırsatta dağılacaktım. Gelip beni alması için kokusunu bir kez daha içime çekmek için tüm engellerimi kaldıracaktım, tabi ardımda hala beni seven bir adam bırakmışsam. Göz pınarlarıma dolan yaşlar görüşümü bulanıklaştırırken yüzümden sessizce çağlayan yaşların akmasına izin verdim. İç çekmeyecektim ya da derin derin nefes almayacaktım çünkü  bunlardan birini yaptığım an dağılacak, kendimi kaybedene kadar ağlayacak sonunda kanepede yığılıp kalacaktım. Daha üç gün önce kendime söz vermiştim, güçlü olacaktım.
Ciğerlerim ihtiyaç duyduğu nefesi kıdım kıdım içine çekerken boğazımdan fırlamak için can çekişen çığlıklarımı geri göndermeye çalıştım. Bundan sonraki hayatım böyle olacaktı. Bunu kabullenmeli ve yaşamaya devam etmeliydim. Yağız olmayacaktı artık. Aşk; beyhude bir uğraş olarak kalacaktı geçmişimde.
Hırkamın bir ucunu sımsıkı tutan avuçlarımı güçsüzce açarak bir elimi yüzüme götürdüm. Elimin tersiyle kurulamaya çalıştığım ıslaklıklara yenileri eklense de pes etmeden hepsini kurulamayı başaracaktım ta ki bahçe kapısının ardından bana bakan o silueti görene kadar.

HIRÇIN GÜVERCİNWhere stories live. Discover now