47. Bölüm "Sen Onu Bile Hak etmiyorsun!"

13.6K 851 84
                                    

Arkadaşlar öncelikle söylemek istediğim ara ara eski bölümlerde güncelleme yapacağım. Yeni bölüm gibi bildirim gelebilir. Sizden ricam güncellenen bölümlerde beğenilerinizi eksik etmemeniz. Bu hafta Batu'nun doğum günü var ve ben büyük bir telaş içerisindeyim. Hazırlıklarla uğraşıyorum bir yandan iş var tabi. Yine de yazdığım kadar bölümü yüklemek istedim. Bol bol yorum bekliyorum. Hepiniz kocaman öpüldünüz :))  

Salonu boydan boya kaplayan camın önünde durmuş, yağan yağmuru izliyordum. Antalya bu mevsimde çok soğuk olmasa da birkaç gündür bardaktan boşanırcasına yağan yağmur hız kesmeden devam ediyordu.

Omuzlarımdan dökülen hırkanın iki yakasını tutup göğsüme sardım. Bomboş hissediyordum. Gözlerim, kaldığım evin bahçesinde defalarca hareket ederken ruhum; içindeki karanlığa hapsolmuş can çekişiyordu. Neyi bekliyordum? Ölmekse gelecek olan; Yağız'dan gittiğim gün zaten ölmekten beter olmuştum. Bütün bedenim, aklım, fikrim derin bir mateme bürünmüştü. Nefes alan bir canlıydım sadece; tıpkı yağan yağmur damlalarının bile bu mevsimde can veremeyeceği bahçedeki kurumuş ağaç gövdesi gibi... Onun bile ne zaman can bulacağı belliydi; baharda yaprakları yeşerecek, dallarında çiçekler açacaktı. Benim ise ruhum, hep kışta kalacak, bahar; her gece görmek için can attığım bir rüya olacaktı. Benim kalbime gün doğmazdı artık, çiçekler açmazdı gönlümde. Gülüşler; bir serap aşk; ara sıra bahçedeki ağaç dallarına konan güvercinlere özlemle bakmaktan öteye gidemeyecekti. Kalbim, en hüzünlü şarkıları çalan bir müzik kutusundan farksızdı...

Yere kadar uzanan pencereyi hafifçe aralayarak dışarıdaki temiz havayı içime çektim. Hava da en az benim ruhum kadar kasvetli ve yorgun görünüyordu. Bedenimin hissettiği tek şey soğuktu. Damarlarımda dolaşan kanın sıcaklığı bile beni ısıtmaya yetmiyordu. Yağız'dan gittiğimden beri üşüyordum. Bedenim, bir buz dağını andırırcasına buz tutmuştu, bedenim ile birlikte tüm hislerimde...

Otuz yedi gün... Tam tamına otuz yedi gün olmuştu sevdiğim adamı ardımda bırakalı. Otuz yedi gündür ne gündüzlerin ne de gecelerin bir anlamı vardı. Yağız'a bir şey olduğunu öğreneceğim korkusuyla televizyonu bile açmıyordum. Onun yanından kaçmakla onu koruduğumu düşünsem de içim hiç rahat etmemişti. Şimdi ne haldeydi acaba? Geride kalan gidenden daha çok acı çeker derler, ben korkakça gitmiştim sevdiğimden, o da benim kadar acı çekiyor muydu? Gittiğim için bana kızmış mıydı? Yüreğim kan revan içinde kanamaya devam ederken Yağız yasımı tutuyor muydu acaba, yoksa prangalar mı vurmuştu yüreğinin kapılarına? Bunu hiç bilemeyecektim. Herkesle iletişimimi kesmiştim. Derya'nın benim için ayarladığı evden birkaç gün sonra ayrılmış kimselerin bilmediği başka bir evde Azraillimin beni bulması için gün sayıyordum.

Korkmuyordum artık ondan. Ne ismi ne de bıraktığı hatıraları beni acıtmıyordu. Nefretten başka bir şey hissetmiyordum... Bu zamana kadar beni bulamamıştı. Sanırım bu hayatta başarabildiğim tek şey Eymen'den kaçabilmek olmuştu. Bunu ikinci kez yapıyordum fakat bu sefer ardımda kalbimi bırakmıştım. O yüzdendi sanırım bu korkusuzluğum, vurdumduymazlığım...

Vücudumun titremesiyle kollarımı bedenime daha sıkı sardım. Bu gün de geçmek bilmeyecekti anlaşılan. Kafamdaki düşünceleri ruhumun tozlu raflarına kaldırmak hiç bu kadar zor olmamıştı. Neredeyse her gün, her Allah'ın günü Yağız'ı aramamak için kendimle girdiğim savaşta bu gün de galip gelmiştim. Sadece sesini duymaktı istediğim. Ne dokunmak, ne kokusunu solumak, ne de konuşmak. Sadece o güzel sesini duymak... Ama biliyordum ki kendime yenilip onu aradığım ilk fırsatta dağılacaktım. Gelip beni alması için kokusunu bir kez daha içime çekmek için tüm engellerimi kaldıracaktım, tabi ardımda hala beni seven bir adam bırakmışsam.

HIRÇIN GÜVERCİNWhere stories live. Discover now