Duygu Savaşı

2.8K 246 400
                                    

Teoman - Tek Başına Dans

İki duygu arasında sıkışmak... Birinin daha fazla olmasını yüreğinin en derininden istemek ama inat gibi diğerinin ağır basması... Sen çırpındıkça duyguların arasının kapanması ve senin tam da arada gitgide küçülen alanda sıkışman... Ve havasızlık... Asla nefes alamamak, karışan duygularda karman çorman olmak ama nefes alamamak...

Durumum tam da buydu işte şu an. Otobüsün camında minik minik sekerken başım gözlerimi kapayıp tam da bu durumdan kaçmaya çalışıyordum. Olmadı ama. Tam aralarında kaldım. Karıştım. Nefessiz kaldım. Yol kısaldıkça daraldı içim. Burada olmam gerektiğini bilsem de içimde öyle güçlü bir istek vardı ki geri dönüp kaçmak için... Kaçamadım.

Evet farkındaydım her sorunumdan koşarak uzaklaşmak istediğimin. Hep böyle diyordum. Her sıkıştığımda. "Kaçmak istiyorum.". Hiç kaçamadığım içindi belki de. Yıllarca hep kaçmak isteyip sorunumla oturmak zorunda kaldığım içindi. Gücüm yokmuş gibi hissediyordum, herhangi bir sorunla uğraşabilecek gücüm yokmuş gibi. Bu özel yaşam da olsa kariyerimde de olsa böyleydi. Hissim hep yenikti. Ama kaçmıyordum yine de. Kaçacağım diyordum hep ama kaçmıyordum. Fark etmeden, söylene söylene savaşıyordum.

Şimdi de kaçmıyordum işte. Yol kısaldıkça nefessiz kalsam da gidiyordum. Kendim için değildi ama bu sefer. Minem'i böyle bir günde yalnız bırakmayacaktım tabi ki. Komikti aslında, aramızda 5 yaş fark vardı ama ben kendimi Mine'nin annesi gibi hissediyordum. 5 yaşında minik anne Elçin... Kulağa komik de gelse hissettirdiği buydu işte zamanın. Şimdi de mezuniyetine giderken belki o yüzden böyle gururla ve mutlulukla gümbür gümbür çarpıyordu kalbim. Miniğim büyümüştü. Miniğim psikolog olmuştu. Miniğim hayata adımını atıyordu. Tabi ki o adımda da yanında olacaktım.

İşte bunlar tam daha fazla olmasını istediğim kısımdı. Bir de diğer kısım vardı ama... Babam da tek ve biricik kızının mezuniyetine gelecekti. Annemi özlemiştim sanırım biraz. Onu görecek olmak sıkmıyordu o yüzden içimi. Zaten ne zaman görmüştüm en son, hatırlamıyordum. Ama babam... Görmek, konuşmak zorunda kalmak, bir süre zaman geçirmek zorunda kalmak... Ölüm gibi geliyordu. Hayatımda ilk defa bu kadar fazlaydı kaçma isteğim. Kendimi hayatımın o tarafından kurtardım derken tekrar tam da orada bulmak hoşuma gitmiyordu çünkü.

İnsanın babasını bu kadar görmek istememesi de çok tuhaftı. Çocuklukta kalmıyordu bazı şeyler. Çocuklukta kalamayacak kadar büyüktü çünkü babamla aramızdaki şey. Ne olduğunu bilmediğim, asla da anlamayacağım 'şey'. Çocukken bahaneler bulmaya çalışırdım babam için. En mantıklısı evlatlık olduğum ya da annemin evlendiği zaman hali hazırda hamile olduğu senaryolardı. Sevmemesini açıklayabilecek tek şey gibi geliyordu. Ama evlatlık demek evlat değil demek değildi ki. Bir bebekti o. Senindi bir şekilde. Sevmemek herhangi bir koşulda açıklanabilecek bir şey değildi.

Bazen de çok ütopik şeyler düşünürdüm. Çok büyük bir olay vardı ve babam beni ondan korumak için böyle davranmak zorunda gibi ütopik şeyler. Hani filmlerdeki klasik sahneler gibi, babam beni korumak için kötü adamı oynamıştır yıllarca... Aklımda asla çözemedim o büyük olayın ne olduğunu. Küçükken babamı affettirmek için bulduğum bir yalandı zaten bu. Kendi kendime uydurduğum, kendi kendimi inandırmaya çalıştığım. Büyüdükçe anlamını yitiren bir yalan... Çünkü kabul etmiyordum. Dünyanın en büyük olayı da olsa bir babanın çocuğuna böyle davranmasını kabul etmiyordu artık aklım. Ölüm döşeğinde bana o büyük olayı açıklasa 'inşallah yaşattıklarını yaşarsın' derim gibi geliyordu. Affetmem imkansızdı çünkü artık. Affetmem hep imkansızdı aslında. Dedim ya kandırıyordum kendimi. Artık kendime de kanmıyordum sadece.

Telefonun titremesiyle sudan çıkar gibi derin bir nefes çektim burnumdan. Adını görünce bile sırıtıyordum hala. Ne zaman geçecekti acaba bu adamın bendeki etkisi? Daha demin boğuluyordum ben, ne ara sırıtmaya başlamıştım? Daha fazla bekletmek istemediğim için telefonu götürdüm hemen kulağıma. "Bebeğim!" demesiyle daha da büyüdü gülüşüm, "Buyrun benim.". Hafifçe gülmesi geldi kulağıma. İçimi ısıttı bu kadar uzaktan da olsa. "Keyifliyiz bakıyorum." dedi ama sesimdeki tereddütü duymamak imkansız gibiydi. Keyifli olmamı istiyordu sadece.

CapellaWhere stories live. Discover now