Çaresiz

2.1K 193 523
                                    

Sertab Erener - Olsun

Merhabalar!

Asla ama asla kısa bölüm yazamıyorum ama bir sıkıntınız yoktur diye düşünüyorum. Varsa "Aylin yeter az kısalt" diyebilirsiniz vallahi alınmam:)

İyi okumalar:)

Bazı anlar vardır ki kendini çok çaresiz, çabasız, hatta dibe vurmuş hissedersin. Kulağında o meşhur söz çınlar, "Dibini görmeden hayatın doruklarına asla ulaşamazsın.". İşte tam da o an bu söze karşılık acı bir gülümseme gelir oturur yüzüne. Çünkü diptesindir zaten uzun süredir ve dorukları göreceğine dair ne bir ışık vardır ne de enerjin. Bırakırsın öylece kendini dibe. Biri gelsin bulsun istersin. Çünkü kendin çıkmak için çok yorgun ve çaresizsindir.

Tam da böyle hissediyordum birkaç saat önce. Artık dibe vurmuş, asla çıkamayacak, dipte yeni yaşamlar bulmaya çalışacak gibi hissediyordum. Çünkü düşünmekten ağrıyan beynim başka bir yanıt veremiyordu bana. Bitti Barış bırak diyordu. Ama bir yanım da hiç savaşmadan bitmez diye bağırıyordu. Biliyordum Elçin'i. Biliyordum özellikle de bu Elçin'i. O kafasını toplayana kadar ben kendimi yırtsam da bir şey değişmeyecekti. Onun için doğru şu an buydu. Buydu ama emin değildi o da. İkimizin de tam olarak acı çektiği nokta da burasıydı zaten. O da gidemedi ben de gidemedim.

Gerçi ben gittim. Amerika'daydım işte. Daha nereye gidebilirdim? Dünyanın bir ucu... Ama Elçin'den gidebildim mi? Hayır! Ondan gidebilmem için en azından bir adım olsun atabilmem için benim de konuşmam gerekiyordu çünkü. O kararını verdiğinde, bana git veya kal dediğinde, kalmak için uğraşıp fikrini asla değiştiremezsem gidebilirdim ancak. Ancak o zaman, hiçbir şansımız kalmadığını gördüğümde, belki çok minik bir belki ama gidebilirdim. Şimdilik en azından kendi kafamda Elçin henüz çok net olmadığı için bir umut vardı hala. O umuda tutunuyordum o yüzden. Ama dipte... O umut çeker çıkarır diye bekliyordum belki.

Her dipte olan insan gibi havaya taşlar atıyordum ama. Amacım biraz duyulmaktı belki. Birilerinin dikkatini çekmek... O çıkmak istemediğimi sandığım dipten kurtulmaya çalışmak aslında. Ama o taşlar dönüp kafama düşüyordu maalesef. Canımı acıtmaktan öteye gitmiyordu kurtulma çabalarım. Ama durmuyordum. O da insanın hamurunda olan bir şeydi sanırım. Pes ettiğinde bile etmemek... Olduğu yerde debelendiğini bilse de durmamak...

Duydu ama bu sefer. Biri değil hem de, tam da istediğim kişi duydu. Taş tam geri dönüş yolundayken o taptığım beyaz elini soktu araya. Avucunun içine alıp sıkı sıkı tuttu taşı bir daha başıma düşmesin diye. En azından onun tuttuğu düşmesin diye...

Dipteydim hala. Ama kalktım ayağa. Olmayan dediğim enerjim biraz da olsa geri geldi onun gelişiyle. Dimdik durunca daha küçük gözüktü düştüğüm yer. "Elimi uzatsam" diye mırıldandım kendi kendime, "O da uzatsa... Çıkarız bu karanlıktan.". Uzatmadı tabi. Uzatmadı ama bir mum yaktı benim için. O karanlığı biraz olsun aydınlatacak küçük bir mum bıraktı en azından, onunla yetindim ben de.

Cevap vermesi beklediğim bir şey değildi asla. Ama verdi. Vermekle kalmayıp sohbeti açan da o oldu. O sohbetin gittiği yeri ise ikimiz de tahmin edemedik muhtemelen. Nasıl filmi beraber izlemeye başladık, nasıl sahneleri tek tek konuşup eğlendik ikimiz de anlamadık. Çok ani bir şekilde eski halimize dönsek de eski biz olamadık yine de. O sıkışmışlık hissi olsa da Elçin'in sıcaklığını hissetmek sanki haftalardır gergin vücudumu yumuşacık yaptı bir anda. Sıcaktı evet. Benim bildiğim Elçin gibiydi. Bana olduğu gibiydi. Öyle ki "Of şapşallık yapma tabi ki o ölmeyecek, sarışın olan ölecek. Hiç anlamıyorsun bu işlerden Barış!" bile dedi bana.

CapellaWhere stories live. Discover now