Neden

1.7K 138 264
                                    

Kat Frankie - People

Selamlaaaar!

Oldukça uzun ve kasvetli bir bölümle geldim. Yazarken çok zorlandım. Umarım yeterince geçirebilmişimdir anlatmak istediklerimi, duyguları. 

Bir şeyler daha söylemek istiyordum aslında sizlere ama bölüm yordu beni, sizi de yoracak üzülmeyelim değil mi daha fazla? 

İyi okumalar😘

Arabadaki sessizlik ve gerginlik bıçakla kesilecek gibiydi. İkimizden de öyle ses çıkmıyordu ki aldığımız nefeslerin sesleri büyüyüp kulaklarımı tırmalıyordu sanki. Öyle büyüyordu ki hem de ne ben nefes alayım ne de Barış alsın istiyordum. Dursun zaman, yaptığımız şeyi yapmayalım, her şeyden vazgeçip dönelim istiyordum.

Yürümüyordum o yüzden diyemezdim ayaklarım geri geri gidiyor diye ama oturduğum yerde geri gitmeye çalışıyordum sanki. Yüreğimdeki ağırlık izin vermiyordu ama. Öyle ağırdı ki içim oturduğum yere gömülmüş gibi hissediyordum kendimi. Öyle ağırdı ki içim aldığım nefes sadece sesiyle değil varlığıyla da rahatsız ediyordu beni. Acıtıyordu içimdeki ağırlığı. Her nefeste daha da dibe gidiyordum, daha da derine...

Barış da ilk defa bu kadar sessizdi. Gözleri yolda, çok dikkatli bir şekilde kullanıyordu arabayı. Ama o dikkatin altında aklında dönen bir sürü düşünceyi görebiliyordum. Evet gözleri yoldaydı ama aklı değildi. Aklı kesinlikle kavgalar içindeydi. Ne yapacağını bilmediğini farkındaydım çünkü. Ben de bilmiyordum ki onun bilmemesi çok normaldi. Kendi içimizdeydi bu sefer kavgalarımız. Belki aynı belki ayrı ama kendi içimizdeydi. İkimiz de farkındaydık durumun ama susarak geçiştiriyorduk bu sefer. Konuşmanın manası var mıydı emin değildim çünkü.

İçim ağırdı. İçimde doluydu. İçim sıkışıktı. İçim bana ihanet ediyordu. İçim aklıma ihanet ediyordu. İçim kalbime ihanet ediyordu. İçim karmaşayla dolup taşıyordu. Açılmıştı bütün kapılarım. En arkadakiler, en gizliler, en kilitliler... Ben izin vermeden hepsi sonuna kadar açıktı. Sakladığım ne varsa ortadaydı o yüzden şimdi. Sakladığım ne varsa dönüp dolaşıp beni bulmuştu. Sakladığım ne varsa gelip nefesimi kesmişti.

Barış'la konuşmayı çok istiyordum aslında. Biraz içimi dökmek istiyordum. Ama ilk defa çekiniyordum sanırım. İçimden ne çıkacağından emin değildim öncelikle. Öyle gizliydi ki bazı odalar ben bile unutmuştum içinde neler olduğunu. Ve şimdi hepsi ortalıktaydılar. Sonra gittiğimiz yolun sonunda olacaklar geriyordu beni. Bu kez iki katı geriyordu hem de. Barış'ın kendisiyle savaşını görebiliyordum. İçinden kendini sakinleştirmeye çalıştığının farkındaydım. Ama en en en bildiğim bir şey vardı ki Barış ne olursa olsun bana zarar gelmesine izin vermezdi. Zarar veren ailem de olsa...

"Bebeğim" dedi beni korkularımdan alıp sarıp sarmalayan yumuşacık bir sesle, "Mine'yi ara istersen. Dediği kavşağa geldik.". Alamadığım nefesi sesli bir şekilde bırakıp başımla onayladım Barış'ı. Çantamdan telefonumu çıkardım. Hareketlerim öyle yavaştı ki... Kaç yıl olmuştu buralara gelmeyeli? Kaç yıldır kaçıyordum geçmişimden? Kaçmaya çalışıyordum en azından... Ama olmadı işte. Yine burada buldum kendimi. İstemeye istemeye, üstüne tercih edebileceğim bir milyon tane şey varken buradaydım.

Atamadım daha fazla uzağa. Uzatamadım sözümü. Geleceğim demiştim ama içimden de elimden de gelmiyordu gitmek. İki gün önceye kadar...

Telefonun sesiyle yerimde irkilip sesin geldiği yeri bulmaya çalıştım. "Mutfak" diye mırıldandım kendi kendime. Mutfağın fayanslarından eko yapan ses sayesinde telefonumun yanına gittiğimde neşesiz akşamıma neşe geldiğini düşünerek büyük bir keyifle açtım telefonu, "Ablasının birtanesi ne yapıyormuş?".

CapellaWhere stories live. Discover now