Cevapsız Sorular

2.3K 212 432
                                    

Vega - Serzenişte

İnsanın doğasında olan bir şey vardı ki çok rahatsız ediciydi, yanlış olduğunu bilsen de içindeki sesleri susturamamak. Yanlış ya da saçma düşündüğünü bilsen de o sesin sürekli tekrarı seni düşürür ya ağına, sonra yavaş yavaş seversin sen de o ağı ve inanırsın o tekrarlanan sese. Yanlış olduğunu bilsen de. Ya da saçma olduğunu bilsen de. Mantık çerçevesi içine hiç sığmasa da o ses susmadığı için, belki de sussun diye, inanırsın.

Olduğum durum tam da buydu. Aklımdaki ses başka konuşuyordu içimdeki o ses başka. Aklım biliyordu, "Barış bu." diyordu, "Her şeye, herkese rağmen senin yanında olmak için çabalayan adam. O kadar ayrılığın ardından sadece ağlamanı duyup sana koşan adam, saçmalama!". Haklıydı. Söylediği her şeyde haklıydı. Ama diğer yanda diğer ses vardı. "Adamı kırdın." diyordu, "Kırdın sonra hiçbir şey olmamış gibi çağırdın. Bir şekilde kızgınlığını belli edecek tabi ki sana.". Haklılığından emin değildim. Çünkü Barış değildi o anlattığı. Kızgınlığı belli edecekse ederdi, ama beni bu şekilde cezalandırarak değil.

Zaten kızgınlıktan çok kırgın olduğunu tahmin ediyordum. Hakkıydı da. Bir şey diyemezdim. Ama kırgınlık, ya da kızgınlık, için öç alacak biri değildi Barış. Beni bu durumda bırakmak istemeyeceğine çok emin olmamın dışında normalde de yapmazdı, herhangi bir insana yapmazdı. Kindar değildi, birini üzmek içn özel olarak planlar yapmak ona göre değildi. Yapmazdı yani. Benim bildiğim Barış asla yapmazdı!

İyiydi güzeldi bu noktaya kadar. Mantığıma uyabiliyordum bir yere kadar. İçimdeki o korkuyu yenemesem de "Gitti işte!" sesini bastıramasam da mantığıma uyabiliyordum. Ama susmuyordu işte. Susmuyordu! "Gittiyse?" fikri dönüp duruyordu aklımda. İçimdeki endişe mantıkla yok olabilecek bir endişe değildi çünkü. Çünkü en ufak en en en ufak bir olasılığı varsa bile beni deli etmeye yeter demekti bu.

Aşk farklıydı çünkü. Acısı da öyle... Bazen insanın kendisi bile şaşırıyordu aşk için yaptıklarına. Fedakarlığa, eğilip bükülmelerine, kendinde çok birini düşünmeye... Kendinde bilmediğin şeyleri çıkarıyordu aşk. Neye asla dediysen yapabileceğini gösteriyordu. Birini çok sevince onun için az da olsa kıvrılabileceğini öğretiyordu. Aşk acısı da tam tersi, yapabileceğini düşünmediğin kötülüklere gebeydi. Her ne kadar düşünmek istemesem de, Barış'tan emin olsam da bu minik 'acaba' kemiriyordu beni. O kadar kırmış olabilir miydim? İstemediği bir şeyi yaptırıp beni üzeceği kadar? "Saçmalama Elçin!" diyordu bu noktada aklım, "Seni üzecek adam telefonu kapattıktan sonra gelmezdi.". Ama ses de durmuyordu, "Geldiği için daha çok acıyacak ya!".

Bir olasılık daha vardı tabi. Bu sefer rüya görmüş olabilir miydim acaba? Rüya mıydı yaşadıklarım? Bir gün önce yaşadıklarım için ne olur rüya olsun diye dua ederken bugün tam tersi rüya olmasın diye dua etmem de tam bana uygundu herhalde. O kadar kafayı yemiş olamazdım değil mi? Gerçekten Barış'ı bu kadar hissedecek kadar gerçekçi rüyalar görüyor olamazdım. Hem aramıştım. Aramalardan kontrol etmiştim. Arama doğruydu. Kapattığı da muhtemelen. Sonrasında yatağa kendim geçmediğime göre rüya olamazdı. Olamazdı, olmamalıydı.

Zaman geçiyordu. Zaman öldürücü yavaşlıkla ama hızla geçiyordu. Evet tam da böyleydi. Sanki her saniye benim omzuma konan bir ağırlıktı. Büyük bir merasimle koyuluyordu her biri. Ama bir o kadar da hızlı ağırlaşıyordu yüküm. Kendimi sorguluyordum. Buradaydı Barış, emindim. Burada olmalıydı çünkü. Sarhoş falan değildim dün gece. Üzgündüm sadece.

Bilincini kaybedecek kadar üzülebilir mi bir insan?

Belki de üzülebiliyordur o kadar. Belki de gerçekten inanmak istemesem de o telefon kapandıktan sonra yatağıma attım kendimi. Orada ağlaya ağlaya uyudum ve aklım olmasını istediğini gösterdi bana. Ama çok gerçekti. Her şey. Dokunuşları, öpüşü, nefesi... "Hayır hayır!" diyerek kalktım sonunda oturduğum sandalyeden. Kaç saattir üstündeydim acaba bu sandalyenin? Tutulmuştum sanki.

CapellaWhere stories live. Discover now