Bölüm 127

8.7K 378 28
                                    

Merhabalar, "Bölüm kısa olmuş" diyeceğinizi bildiğim için kısa bir açıklama yapmak istedim. Bundan sonraki bölümde Mehmet bey cephesinde yaşananları anlatacağım için bu bölüm kısa oldu. 128. bölümün gelmesi biraz zaman alabilir. İyi okumalar dilerim. 

Bu arada epey bir mesafe kat etmişler ve Caddebostan civarına gelmişlerdi. Selim bir an da haftalar öncesine dönmüş ve ailesini kurtarmaya geldikleri günü hatırlamıştı. Artık annesi de babası da yoktu. Selim çocukluğunun ve gençliğinin geçtiği muhite bakınca ailesiyle geçirdiği güzel günler aklına gelmiş ve gözünden yaşlar süzülmeye başlamıştı. Babasıyla basketbol oynayışını, ailece yaptıkları yürüyüşleri, çimlere oturup yaptıkları kahvaltıları ve daha bir sürü güzel anıyı düşündükçe ağlaması artıyor ve yaşamanın pek de bir anlamı kalmadığını düşünüyordu. Tam bu sırada arkasından Filiz yaklaşmış ve kollarını Selim’in boynuna sarmıştı. Kafsını yana eğince Selim’in ağladığını görmüş ve Selim’in baktığı tarafa bakınca neden ağladığını tahmin edebilmişti.

- Yine onlar aklına geldi değil mi? Üzülme lütfen Selim, biliyorum çok zor ama bak artık kocaman bir ailemiz var. Hayatta kalmak için güçlü olmalıyız.

- Yok bir şeyim, buraları görünce anılarım canlandı. Ne güzel günler geçirmişiz.

- Bak en azından sen ailenle güzel anılar biriktirmişsin. Senin kadar şanslı olmayanlar da var.

-  Sanırım haklısın.

Onlar konuşurken tekne Fenerbahçe’ye yaklaşıyordu. Normalde cıvıl cıvıl olan sahilde yürüyen, koşan veya bisiklete binen insanlar olurdu. Şimdi ise oralarda zombiler dolaşıyordu. Orduevi’nin hizasına geldiklerinde ellerine dürbünlerini almış kıyıyı incelemeye başlamışlardı. Fakat gördükleri hiç de hoşlarına gitmemişti. Baktıkları her yer zombilerle doluydu. Bu durum morallerini bozmuştu.

- Bu nedir yahu, içerisi zombi kaynıyor. Sayıca çok azız bu kadar çok zombiyle başa çıkabileceğimizi sanmıyorum. Üstelik bunlar sadece görünenler, binaların içinde falan da büyük ihtimalle zombiler vardır.

- Selim haklı, bu kadar zombiyle başa çıkmamız çok zor.

- Ne yapacağız peki?

- Herkes düşünsün bakalım. Gerçi bir iki gün tekne de idare edebiliriz.

-  Çırağan’a ne dersiniz?

- Çırağan mı dedin Filiz?

- Evet, olmaz mı? Korunaklı, gereğinden fazla odası var. Sonra emininim bize bir süre yetecek erzak da vardır.

- Aslında hiç de fena bir fikir değil. Diğerlerine de bir soralım bakalım.

Selim herkese Filiz’in Çırağan’a gitme fikrini söylemiş ve hepsi bu fikre olumlu bakmışlardı.

- Bence denemeye değer, eğer orayı kontrolümüz altına alabilirsek çok iyi olur.

- Aynen öyle, Abbas ağabeylerle de bir konuşalım.

Onları takip eden Abbas’ların teknesi de yanlarına yanaşmıştı. Selim durumu onlara da anlatmış ve yeni planlarından bahsetmişti. Abbas ve diğerlerine de bu fikir mantıklı gelmişti.

- O zaman yeni rotamız Çırağan Sarayı Savaş.

Savaş teknenin yönünü yeni rotalarına göre ayarlamış ve motorlara güç vermişti. Hızlı bir şekilde yollarına devam ediyorlardı. On beş dakika kadar sonra Çırağan’ın açıklarına gelmişlerdi. Selim ve Fırat dürbünlerle, Ayhan da tüfeğinin dürbünüyle kıyıyı inceliyordu.

- Nasıl görünüyor?

- Bahçede benim saydığım dokuz tane zombi var. Kıyıya çıkar çıkmaz önce kapılara ulaşıp binanın dışarıyla olan bağlantısını kesmeliyiz. Ondan sonra bahçede ve binanın içinde ne kadar zombi varsa onlarla ilgileniriz.

- Başarabilir miyiz?

- Ben şansımızı deneyelim derim.

-Bence de denemekte fayda var . Olmadı yine tekneye döneriz. Ayhan abi, kıyıya çıktığımızda sen kendine uygun bir yer bulup bizi korursun.

- Tamam Selim ben zaten şimdiden gözüme bir yer kestirdim. Hadi o zaman bir an evvel kıyıya çıkalım.

- Savaş bu sefer tekneyi rıhtıma yanaştıralım.

- Ben de onu diyecektim.

Kısa bir süre sonra tekne sarayın rıhtımına yanaşıyordu. Ayhan tekne yanaşırken pozisyon almış ve üç zombiyi indirmişti bile, hızla tekneden aşağıya inmişler ve Nalan, Dilek ve Filiz’in annesi Ayten dışındaki herkes ellerine adlıkları silahlarla otelin bahçesinde ilerlemeye başlamışlardı. Aradan geçen zamanda kızların hepsine silah eğitimi vermişlerdi ve bunun faydasını şimdi göreceklerdi. Bu sırada Abbas ve arkadaşları da teknelerinden inmiş ve onlara katılmıştı. Ayhan büyük bir alanı rahatça gören biraz yüksekteki mevzisine yerleşince diğerleri de ilerlemeye başlamışlardı. Karşılarına çıkan zombileri öldürürken ateşli silahlarını mümkün olduğunca az kullanıyorlardı. Tekneden kıyıyı incelediklerinde dokuz kadar zombi saymışlardı ama kuytulara saklanmış çok sayıda zombi vardı ama yine de Ayhan’ın da yardımıyla onları öldürmek pek de zor olmuyordu. Sarayın yola açılan kapısı kapalıydı.

-  İşte bu iyi bir haber, kapı kapalıymış.

-  Bu kapı kapalı ama bildiğim kadarıyla diğer tarafta bir kapı daha var. Hepsini kontrol edelim ki sonra kötü bir sürprizle karşılaşmayalım.

Sarayın dışarıyla olan bütün bağlantılarını olabildiğince hızlı bir şekilde kontrol etmişler ve bu sırada sekiz tane zombi daha öldürmüşlerdi. Fırat güvenlik kulübelerinden birine girmiş ve duvarda asılı olan araba anahtarlarının hepsini almıştı. Park eline ilk gelen anahtarın düğmesine basınca arabalardan birinin ışıkları yanmış ve kapısı açılmıştı.

-Bahçeyi yürüyerek kontrol etmek zaman alır. Siz burada bekleyin, biz arabayla bahçeyi turlayıp gelelim.

Selim, Fırat, Savaş ve İsmail arabaya binmiş ve bahçeyi kontrol etmek üzere yola çıkmışlardı. On dakika kadar sonra geri dönmüşlerdi.

- Ne yaptınız çok zombi var mıydı?

- Epey vardı ama üstesinden geldik. Burada bir sorun çıkmadı değil mi?

- Yok evlat burada ne sorun çıkacak.

- Tamam o zaman, artık binanın içine girebiliriz.

Zombiler İstanbul'daKde žijí příběhy. Začni objevovat