Bölüm 16

2.8K 209 9
                                    


"Natalie?"dedi Andrew sesini heyecanlı tutmaya çalışarak. "Günaydın!Nasılsın bakalım güzelim?"

Natalie ağlamaklı bir yüz ifadesiyle,"Onunla evlendin."dedi. "Ben uyurken onunla karı koca oldun değil mi?"

Andrew iç çekti ve tek dizinin üstüne oturup,"Natalie."dedi. "Neden böyle yapıyorsun?"
Natalie parmak uçlarına çıkıp adamın omzunun üstünden odaya baktı. Kadını yatakta yatarken görünce sinirle babasının yanından geçti ve yatağa koştu. "Kalk buradan."dedi öfkeyle.

Andrew yerden kalkarak kızının ardından gitti.
Bilge'nin yorganı tutan elini kavramış kadını çekmeye çalışıyordu Natalie.
Bilge,"Natalie yapma böyle."diyerek kendisini çekse de küçük kız tüm gücüyle onu ayağa kaldırmaya çalışıyordu.

Bilge çıplaklığının verdiği utançla yorgana iyice yapıştı ve yardım isteyen bakışlarını Andrew'e çevirdi.

Andrew iç çekerek kızını tuttu ve,"Natalie!"diye bağırdı. Küçük kız korkuyla durup ağlamaya başladı. Babası minik ellerini yorgandan çekince,"Gitsin!"diye bağırdı.

Andrew öfkeyle kızını kucakladı ve onu odanın dışına götürerek kapıyı ardından kapattı.

Bilge ikili gidince üstünü giyinmek istedi ancak giyebileceği tek şey gelinlik olunca oflayarak olduğu yerde kaldı.

Andrew, Bayan Hawkins'in ismini bağırarak ağlayan kızını almasını söyledi.

"Sizinle sonra görüşeceğiz."diye tısladı. Sonra öyle bir kükredi ki Bayan Hawkins'in korkudan dizleri titredi. "Küçük bir kıza bile sahip çıkamıyorsunuz!"

Bayan Hawkins korkuyla,"Affedin efendim."dedi. "Bir anda kaçtı."

Andrew daha fazla sinirlendi ve malikaneyi inleten bir şekilde kükredi. "O yüzden mi yirmi dakikadır kapımda!"
Sustu yaşlı kadın. Yutkundu ve kafasını önüne eğdi.

Natalie'ye baktı. "Cezalısın küçük hanım."dedi otoriter bir şekilde. "Şeker yemen yasak. Çikolata yasak. Yaptığın şeyin doğru olmadığını anlayıncaya kadar da yiyemeyeceksin."

Arkasını dönerek odasına girdi.
Bilge merakla kendisine bakıyordu.
Sinirlerine hakim olmak için durup gözlerini yumdu ve derin nefesler almaya çalıştı.

Bilge,"İyi misin?"diye sorunca belli belirsiz kafasını salladı.
"Hadi kalk giyin. Kahvaltıya gidiyoruz."dedi Andrew duygusuz sesiyle.

Bilge utandı. "Kıyafetim yok."

Andrew güldü. "Üzgünüm benim hatam. Bugüne özel yardımcınla değil benimle hazırlanacaksın."

Bilge ne oldu bilmiyordu ama içindeki arsız kızla sordu. "Sadece bugüne mi özel?"

Andrew kafasını kaldırıp kızla göz göze geldi. Çapkınca tebessüm etti. "Bilmiyorum, biraz daha uzatabilirim."

**

"Andrew, verimli bir gece geçirmişsin belliki, yüzünde güller açıyor."

Andrew kardeşinin imasına gülümsedi. Kafasını salladı. "Hem geceyi hem sabahı."

Edward kahkaha attı. "Detaylar, detaylar."dedi keyifle.

Andrew kafasını iki yana salladı. "Detaylarını konuşmak istemiyorum. Orası benim mahremiyetim."

Edward göz devirdi. "Natalie ağlıyordu eve geldiğimde, gittin baktın mı?"
İç çekti genç adam. "Evet, baktım."dedi. "Jennifer ile görüşmesini yasaklamalıyım sanırım."

Kardeşi ona hak verince daha çok sinirlendi. Herkes Jennifer'ın ne yaptığının farkındaydı.
İş yerlərinin kapısı aniden açılınca iki yakışıklı da sıkıntıyla iç çekti. Onların kapısını böyle sadece bir kişi açabilme cesaretine sahipti.
Anneleri.

Leydi Rose öfkeyle odaya girdiğinde,"Andrew!"diye bağırdı. Andrew soğuk bakışlarını annesine çevirip saygı ve centilmenlikle ayağa kalktı. Edward da ona uyuduktan sonra hafif bir baş selamı verdiler ve kalktıkları yere geri oturdular.

"Buyrun Leydim?"dedi Andrew merakla.

"Sen kiminle evlendiğini biliyor musun!?"diye kükredi annesi kaşları çatık bir şekilde.

Adam kafasını salladı. "Biliyorum. Neden?"

Annesi sesini daha ne kadar ince çıkartacağını bilmiyor gibi ciyakladı. "O Hristiyan değil!"

Andrew güldü. "Biliyorum."

"O bir Türk!"

Andrew göz devirdi. "Biliyorum, ayrıca yarı Türk."

Annesi eteklerini tutarak adama yaklaştı. "Yarısı ne?"diye öfkeli bir alayla sordu. "İngiliz mi?!!"

Andrew kafasını salladı. "Aynen öyle anneciğim."

Rose öfkeyle diğer oğluna baktı. "Siz de buna inandınız mı?!"diye bağırdı.

Edward şaşırdı. "Anne bildiğin bir şey varsa söyle."dedi merakla.

"O kız yarı İngiliz falan değil!"

Andrew sinirle nefesini sertçe dışarı verdi. "Tamam anne."dedi soğuk ve mesafeli bir şekilde. "İşlerimiz var, isterse kızıl derili olsun, umurumda değil. Ben evlendim. Gidersen işlerimizi yapmaya devam edeceğiz."

Kadın kafasını tehdit edercesine salladı. "Yazık."dedi ve arkasını döndü. "Bende oğullarımı zeki sanardım!"

Odadan hışımla dışarı çıktı.

Andrew, Edward'a bakarak,"Ne oluyor?"diye sordu.
Edward bilmiyordu. "Sen araştırmadın mı Bilge'yi?"diye sordu kaşlarını çatarak.

Andrew güldü. "Şaka mısın? Tabii araştırdım. Hiçbir sonuç yok. Dediği gibi uzak ve bilinmeyen bir köyden gelmesi yani doğruyu söylüyor olması çok olası."

Edward'ın kafası iyice karışmıştı. Andrew sinirle ekledi. "Ayrıca yarı İngiliz değilse ismi Daisy olmazdı ve pek tabii dilimizi biliyor da olmazdı!"

Edward yutkundu. "Ağabey, annem hiç iyi durmuyordu. Öfke, nefret ve ne bileyim işte!"durdu ayağa kalktı. "Ben gidiyorum."

**

Bilge bahçeye çıkmış öylesine gezerken önüne aniden çıkan kadınla irkilip ufak bir çığlık attı.

Kadın ona öfkeyle bakıyordu.

"Demek o sürtük sensin."dedi iğrenerek.
Bilge kaşlarını çattı. "Sürtük?"

Jennifer kıza tehdit edercesine bir adım attı ve kafasını salladı. "Evet, sürtük. Andrew ile evlenmiş olabilirsin ancak o bana ait. O, Natalie, tüm bu servet."eliyle etrafı gösterdi. Bilge anlamamıştı. Jennifer hangi cürretle kadına bu cümleleri kuruyordu?
Güldü, "Emin ol parayla veya belli bir yere kadar Natalie ile ilgilenmiyorum."dedi. Sonra gülüşünü yok ederek gerçek bir ciddiyetle devam etti. "Yalnızca Andrew ile ilgileniyorum. O da sana değil bana ait."

"Öyle mi?"diye güldü sarışın kız. "Ne sanıyorsun? Bu tipinle Andrew'i maksimum kaç gün elinde tutabilirsin ki? Fazla sıradansın. İngilizce'yi değişik konuşuyorsun ve soylu değilsin."

Evet Bilge değişik bir şekilde İngilizce konuşuyordu ancak bunun sebebi İngilizce'yi iyi bilmemesi değildi. Bu dönemde İngilizce biraz farklıydı.
Kendi yılında olsa bir İngiliz vatandaşı ile neredeyse eş olan İngilizcesi burada yaşayan insanlara garip geliyordu.

Derin bir nefes aldı. "Evet soylu değilim."dedi ve gülümsedi. "İngilizcem sizinkinden biraz farklı ancak aşkın dili ingilizce değil."
Omuz silkti. "Sen bilmiyorsun o dili."

Jennifer öfkelenmişti. "Her şeyini kaybedeceksin."dedi hiddetle. "Özellikle Andrew'i!"

Bilge kıkırdadı. "O gün yanına gelerek senden tavsiye almama izin ver. Tanıdığım tek kaybeden sensin."
Jennifer ağzını açıp bir şey diyecekken Olivia koşarak yanlarına yetişti."Bilge!"diye bağırdı heyecanla. "Ailenden birkaç kişi gelmişler!"

Bilge şaşkınlıkla kala kaldı. Ne demişti Olivia?
Ailesi mi gelmişti?


Taş yürekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin