Bölüm 40

1.7K 163 14
                                    

Şişko Hancı ilk defa bu kadar kalabalığa hizmet ettiği için çok heyecanlı olduğunu hareketlerinden belli ediyordu. Karısıyla birlikte kan ter içinde bir oraya koşuyordu bir buraya. Gömleğinin düğmelerini nefes alamayınca açıp alnından akan terleri elindeki pis bez parçasıyla sildi ve lobide oturup içki içen Andrew 'e başını yere eğip hiç kaldırmadan,"Lordum yemek için ne alır?"diye sordu.

Telaşlıydı çünkü alacağı ganimet sandık sandık altındı. Ve korkuyordu,
Beğenmezlerse canından olabilirdi.

Andrew bardağı kafasına dikip,"Leydi'ne güzel bir dana pirzola pişir Hancı."dedi. Ilgaz,"Domuz olmasın."diye tekrar etti. "Asla domuz olmasın."

Hancı kafasını sallayarak,"Patates püresi ister misiniz yanına Leydim?"diye sordu.

Ilgaz yüzünü ekşitti,"Hayır sağ ol. Nefret ediyorum patates püresinden. Ama şey olabilir," durup düşündü.

Andrew karısına ilgiyle baktı. Ne isteyeceğini gerçekten de çok merak etti.
Bilge düşündü, düşündü, düşündü.
Şişko Hancı ses çıkmayınca kafasını kaldırıp Leydi'sine baktı.

Andrew,"Ne istersen isteyebilirsin."diye karısına güvence verdi. Bilge kafasını salladı,"Tamam bana pirzola yapma. Beef Wellington yap."

Hancı gözlerini belerterek yutkundu ve titreyen sesiyle,"Pe-peki leydim,"diyip arkasını döndüğü gibi koşuşturmaya başladı.

Yanına koşan karısına,"Git şişko oğluna de ormandan mantar toplasın, yoksa Dük Andrew bu Hanı başımıza yıkacak!"

Andrew şaşırdı,"Sen Beef Wellington 'ı da nereden biliyorsun?"

Bilge anlamadı,"Bu da ne demek?"

Andrew omuz silkti. "Beef Wellington yemeği Wellington Dükü Arthur Wellesley'nin Haziran 1815'de Napoleon Bonaparte'ye karşı kazandığı Waterloo savaşı sonrası dükün onuruna yapıldı. Bu yemeği sadece soylular ve aşçılar bilir."

Bilge korktu ama çaktırmadan,"Bende soyluyum."dedi babasını kast ederek. Ama Andrew bunu üstüne alınarak yandan sırıttı,"O konuda şüphe yok."

Bilge omuz silkti. "Namını duydum yemeğin,"yalan söyledi. Çok profesyonel, çok rahattı."Ne kadar güzelse dilden dile dolaşarak Osmanlı'ya kadar geldi."

Andrew iç çekti,aklına gelen anılar canını sıktı. Bakışlarını tekrar karısına çevirip,"Sen yirmi altı yaşındasın değil mi?"diye sordu.

Bilge kafasını iki yana salladı,"Daha girmedim. Birkaç gün var. Beş gün sonra yirmi altı olacağım. Neden sordun?"

"Ben otuz altı yaşındayım."dedi genç adam. "1834 yılındayız. On sekiz yıl önce ben daha genç delikanlı bir veliahtken tüm ülkeyi yoğun bir kış ve kıtlık sardı. 1816 daki yaz yaşanmayan yılı ve yağmalanmayı hatırlıyor musun?"

Bilge böyle bir yılın varlığını bile bilmiyordu. "1816" diye düşündü kız. On yaşında oluyordu hesaplayınca. "Yani çat pat,"diye kıvırdı.
Andrew kafasını salladı,"Bazı dedikodular var. Tekrar öyle bir kıtlık geliyor, İsa bizi cezalandırmak istiyor diye."

Bilge tebessüm etti,"Allah'ın hiçbir kulu yeryüzündekileri cezalandırmaz."

Andrew,"Tanrının kendisinden bahsediyorum Bilge."dedi ciddiyetle.

Bilge,"Hz İsa tanrı değil."dedi. "Bir elçi, kul, sen ben gibi ama daha hayırlı."

Andrew sabır çekti. "Din konusunda seninle tartışmak istemiyorum sanırım."

Bilge,"Kazanamazsın,"dedi böbürlenerek. "Doğru olan din benimki."

Andrew kızdı,"Her yerde belirtip durma şunu. Senin yüzünden kilise beni afaroz edecek!"

Taş yürekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin