Bölüm 95

1K 139 24
                                    

Bilge dinlendiği için Atilla'ya bakan Olivia korka korka lordunun çalışma odasının kapısını çaldı.

Atilla daha fazla annesiz ve babasız durmuyordu.
Bilge uyuyordu. Ne kadar korksa da söylemek zorundaydı çünkü küçük bebeğin ağlamaktan içi dışına çıkmıştı.

Andrew,"Gel."dedi sakince. Bilge'ye bir şey olduysa haberi kaçırmamalıydı.

Olivia ağlaya ağlaya yüzü kırmızı kesmiş bebekle içeri girdi.

Atilla, Olivia'yı itmeye çalışıyor kucağında çırpınarak çığlıklar ata ata ağlıyordu.

Andrew kaşlarını çattı ve oturduğu yerde dikleşip,"Ne oldu?"diye sordu, gözleri oğlunun üstündeydi.

"Lordum, Lord Harry neredeyse bir buçuk gündür Leydi Bilge'yi görmedi. Sizi işe iki gündür hiç görmedi ve artık benimle durmuyor. Annesini istiyor."

Andrew kaşlarını çatmayı kesti.
"Atilla,"diye seslendi ayağa kalkıp.

Atilla babasına sırtı dönük olduğundan göremiyordu ve sesini duyduğu gibi bir mikrosaniye susup ona dönmeye çalıştı. Dönemeyince tekrar derin derin hızlı nefesler alıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.

Andrew birkaç gündür ilk defa gülümsedi. Olivia 'ya yaklaşarak,"Tamam Olivia, ver."dedi. "Teşekkür ederim, gidip dinlenebilirsin."

Ağlayan tombul bebeği kadından alıp koltuk altlarından tutarak havaya kaldırdı.

Atilla babasını gördüğü gibi ağlarken birden gülümsedi.

Andrew,"mavişim."dedi yanaklarından yaşlar akan oğluna. "Baba burada."

Atilla güldü. Andrew onu indirip yanaklarını önce eliyle sildi sonra öperek,"Atilla,"dedi. Ve çalışma odasının balkonuna geçti. "Sana biraz derdimi anlatabilir miyim acaba?"

Büyük tekli koltukta oturup Atilla'yı kucağına çekti. "Baba çok acımasız bir düelloya çıktı," Atilla sırtını babasının göğsüne yaslayarak kafasını kaldırıp arkasında kalan adamı izledi.

Andrew başını eğdi, oğlunun büyük mavi gözlerine baktı ve eğilip alnını öptü. Sonra tekrar düzeldi,"Ve baba yendi. Yenmeseydi, baba,"duraksadı. "Baba var olmayacaktı. Yenmek zorundaydı baba." Dudaklarını birbirine bastırdı. "Atilla, Natalie benim kızım değil." Dayanamadı ve birden söyledi. "Benim güzeller güzeli kızım aslında benim değilmiş Atilla. Senin ablan değilmiş ya da Edward'ın yeğeni."

Gülümsedi ve gözünden bir damla yaş aktı. "Jennifer gerçekten tüm kötü muameleleri hak eden bir kadın ancak ben bu sefer ona hiçbir şey yapmayacağım Atilla. Bu sefer ona hiçbir şey yapmayacağım."

Bilge kapının önünde durmuş duydukları ile nefesini tuttu. Eliyle ağzını kapattı ve kaşlarını çattı.

Andrew, balkon kapısına baktığında odasındaki gölgeyi gördü ancak sesini çıkartmadı. Direkt olarak diyemeyeceği her şeyi Atilla'ya anlatır gibi yapıp Bilge'ye anlatacaktı.

"Jennifer beni Gustavo'yla da aldatmış ve yetmediği gibi onun piçini bana evlat diye kakalamış. Gustavo son nefesinde söyledi bunu. Emin ol Atilla, bir insan son nefesinde asla yalan söylemez. Biliyorum çünkü Gustavo bogazıma sarılıp nefesimi kestiğinde son bir kez de olsa size olan sevgimi haykırmak istemiştim. Gustavo bana son nefesinde Natalie benim kızım dedi ve onda da Natalie'de olan bir doğum lekesi vardı." Atilla esnedi ve babasına uykulu gözlerle bakmaya devam etti.

Esnemesi Andrew 'i güldürdü."Hikayem uykunu mu getirdi? Oysa ben bu hikayeyi yazdıktan sonra hiç uyuyamadım."

İç çekti. "Kendimi kaybettim Atilla. Gerçekliğimi. O benim kızım-dı. Artık değil gibi ama o benim kızım. Her anında yanında olmaya çalıştım. Bana verilmeyen sevgiyi vermek için didindim. Atilla, o benim kızım," bunu söylemek çok zordu. Eğilip oğluna bakmayı kesip dışarıya, bahçeye baktı. "Değil."

Bilge gözünden akan yaşı silip burnunu çekti.

Bu sesi duyan Andrew iç çekti. "Bilge, seni görebiliyorum."

Bilge derin bir nefes alarak,"B-ben seni rahatsız etmek istemedim."diye konuştu ve balkona yavaşça adım attı.
"Ben sadece Olivia'dan Atilla'nın sende old-"

Andrew gülümsedi,"Sorun değil."

Bilge kaşlarını kaldırdı. "Teşekkür ederim."

İkisi de aynı anda Andrew 'in kucağındaki bebeğe baktılar. Atilla uyumuştu.

Andrew güldü,"Uyudu."

Bilge şaşkındı. Andrew 'in az önce anlattıkları, şimdi hiçbir şey olmamış gibi davranması.

Kızı şaşırttı ama Bilge konuşmadı.
"Ben onu alayım,"dedi ve ellerini uzattı ancak Andrew kafasını iki yana salladı,"Ben götürürüm odasına."

Oğluyla birlikte ayağa kalktı ve karısına kolunu uzattı.

"Andrew,"dedi Bilge. "Biliyorum, ya da bilmiyorum! Yaşadığın şeylerin ağırlığını bilmiyorum ama empati yapmaya çalışıyorum." Adamın koluna girdi.

Andrew kızla birlikte yürürken onu anlamaya çalıştı. Bilge koridora çıktıklarında daha sessiz konuşmaya özen gösterip,"onu görmeye hazır değilsin,"diye fısıldadı. "Ancak o daha bir çocuk ve üç gündür seni görmediği için sürekli ağlıyormuş, onu görmen lazım."

Andrew dişlerini sıktı ve cevap vermedi. Yatak odasına geçtiklerinde bebeği Bilge'ye verdi.

Bilge adama,"Lütfen."dedi. "Sana çok ihtiyacı var."

Andrew gözlerini Bilge'den kaçırdı.
Ve sinirle odadan çıktı.

**

Gittiği yer Natalie'nin kapısıydı. Ama giremedi. Bekledi.
Madam Hawkins,"Uyuyor efendim."dediğinde onu kovmuştu.
Yavaşça elini kulpa attı.

Aman Allahım başına giren acı gerçek olamazdı. Kulpu indirdi ve kapı gıcırtı eşliğinde açıldı.

Tül perdelerle kapalı yatağa yaklaşırken kalp atışları kulaklarını patlatacaktı. Yatağın ucunda durdu ve dolan gözleriyle kafasını kaldırıp tavana baktı.

"Sen bana yardım et."diye fısıldayarak derin bir nefes aldı ve yavaşça perdeyi aralayarak yere çöktü.

Kızının yüzüne baktığında lacivert gözlerine dolan yaşlar ondan izinsiz aktı ve hüzünle gülümsedi.

Burnundan nefes alamıyordu. Ağzından nefesini yavaşça dışarı verdikten sonra titreyen elini kızının yüzündeki bir tutam sarı saça doğru götürdü ve yavaşça kenara aldı.

Natalie sarı kirpiklerini titreterek açıp karşısında babasını görünce bunun rüya mı gerçek mi olduğunu kısa bir süre anlamadı.

"Baba?"dedi uykulu sesiyle fısıldayarak. Andrew tebessüm ederek burnunu çekti. Birkaç yaş daha aktı gözlerinden. "Sen, ağlıyor musun?"

Andrew yutkunarak kafasını iki yana salladı ve yanaklarını silerek,"Hayır, hayır."dedi. Burnunu çekti,"Ben sadece, sadece seni çok özledim."

Natalie doğruldu,"Bende baba."dedi.

**

Edward, malikanenin bahçesine girdiğinde bahçe koltuğunda oturmuş Güneş'i görünce,"Saatin de farkında değilsin."diye homurdandı.

Güneş,"Lord Edward!"dedi adam öylece oturduğu koltuğun yanından geçip giderken. Hızla doğruldu, koltuktan kalktı ve bıkkın bir tavırla durup topukları üzerinde ona dönen adamın karşısına geçti.

"Dinliyorum."dedi.

"Neden bana bu kadar berbat davranıyorsunuz?"diye sordu Güneş çatık kaşlarla. "Ben ne yaptım size ya?"

Edward yandan sırıttı,"Bu önlem."

"Ne?" Güneş yüzünü ekşitti. "Ne önlemi?"

"Daha önce bir çukura tam iki kere düştüm. Kadınlara güvendim, bir daha asla. Sana asla güvenmeyeceğim."

Güneş sinirlendi. "Ben sizi iki kere dolandırmadım. Öyle bir hataya düşmediniz."

Edward derin bir nefes aldı. "Bak güzel şey, olay seninle ilgili değil, olay benimle ilgili. Güveni sen değil, diğerleri tüketti. İçeri git ve uyu, hava soğuyor. Hasta olursun."

Arkasını döndü ve heyecandan tuttuğu nefesini dışarı vererek malikaneye ilerledi.

Güneş ise buruşturduğu yüzüyle şaşkındı.
"Güzel şey mi?"

Taş yürekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin