Bölüm 5

4.1K 302 11
                                    

Bilge, her sabah gözlerini açmadan tüm bu yaşadıklarının saçma birer rüya olduğunu sanıyor, sevinçle uyanıyor ve gördükleri karşısında hüsrana uğruyordu.

Aklına eski yaşamı gelince ağlamadan duramıyordu.

Bir buçuk ay geçmişti.

Bu bir buçuk ayda ne anne baba hasreti dindi, ne de kendi zamanına olan hasreti.

Azalmak bir yana dursun her saniye artıyordu.

Evini özlüyordu.

Evinin sıcalığını, yuvasını yuva yapan insanları özlüyordu.

Geçen yıl akademisyenliğe başladığı okulunu ve öğrencilerini özlüyordu.

Kısaca Bilge kendi hayatını çok ama çok özlüyordu.

Bazen bu dönem ona dayanılmaz gelse de kendisini törpüleyerek şekil vermesini bilmişti.

Kaderine hala inanamasa da karşı gelmiyor dönemin getirilerini yerine getiriyordu.

Dük hazretlerinin izin verdiği günden beri odasına sadece uyumak için giriyordu.

Günün çoğunu Olivia'ya yardım edip, Angelina ile sohbet ederek geçiriyordu. 

Gün içerisinde birkaç kere Madam Hawkins'in yanına uğrayıp Natalie ve kendisinin durumunu soruyordu.

Maalesef ki Natalie hala Bilge'yi sevmiyordu.

O odasına girince ağlamaya başlıyor, susmayan çığlıkları ile kriz geçiriyordu.

Bilge bu duruma içten içe üzülüyordu. Natalie ile oyun bile oynayamıyor tekrar her yerini tırmalıyordu.

O tüm gün malikanenin içinde koşturup dururken Andrew işlerine iyice odaklanmıştı.

Ara sıra odasının camına çıkıp bahçede sürekli birileriyle konuşan, gülümseyip duran ama asla mutlu görünmeyen Daisy'i izliyordu.

Kızıyla vakit geçirmek için odasından çıktığında, yemekte ya da oturmak için salona indiğinde her yerde ama her yerde Daisy'nin kokusunu alıyor olmak iyice sinirini bozmuştu.

Şimdi karşısındaki deri koltuğa yayılarak oturmuş Edward ile sohbet ediyordu. "Dediğim gibi ağabey," Edward iptal etmek zorunda kaldığı baloyu yapmayı kafasına koymuştu.

"O maskeli balo yapılacak."
Andrew sırıttı. "Neden bu balo işine bu kadar çok taktın? Yoksa gelmesini beklediğin ama asla gelmeyen bir misafirin mi var?"

Edward, ağabeyinin imalı bakışlarına kaşlarını çatarak cevap verdi. "O ne demek öyle?"

Andrew, Edward'ın çocukça sinirlenmesini komik buldu. "Kim için yapıyorsun bu baloyu diyorum yani Edward."

Edward, ağabeyi ile bakışmayı kesip ne demek istediğini kısa bir an düşündü.

Sonra "Ha, anladım."diye fısıldadı. Edward'ın jeton yeni düşmüştü ne yazık ki. Eliyle çenesini ovuşturup biraz düşündü ve, "Aslına bakarsan kimse yok."dedi.

Çenesini ovuşturmaya devam ederken düşündüğünü belirten mırıltılar çıkarıyordu.

Meraklı bakışları ile Andrew'e baktı. "Son derece yakışıklıyım, zenginim ve çevremde aptal metres bozuntularından başka kimse yok. Neden?"

Kısa bir an haline üzüldü.

Sonra gülümsedi ve oturduğu yerde iyice yayıldı.

Kibri, tüm vücuduna doğru hücum ederken kendi sorduğu soruya cevabını da kendi verdi."Çünkü standartlarıma çıkabilen bir kadın bulmak aşırı zor."

Taş yürekWhere stories live. Discover now