Bölüm 37

1.7K 166 20
                                    


Bilge oğlunu emzirirken uyusun diye kucağında hafif hafif sallıyordu.

Sallarken de her zaman söylediği o güzel ninniyi mırıldandı. "Atem tutem men seni," oğlu gözlerini açıp ona bakınca gülümsedi. İki aylıktı ve çok tatlıydı.

Babasına da çok benziyordu.
Bilge sevgiyle devam etti,"Şekere gatem men seni."
Sonraki dizeyi söylerken hüzünlendi. "Akşama baban gelende oy,"

Atilla babasını hiç görmemişti.

"Önüne atem men seni."

Tıpkı Andrew'in Atilla'yı hiç görmediği gibi...

"Hop hopun oğlum," gözünden bir damla yaş yanağından usulca akarken Atilla gözlerini yumdu ve kendisini uykunun derin, yumuşak kollarına bıraktı. "Gül topun olsun oğlum, sıralı kavak dibinde oy toyluğun olsun oğlum."

Bir toyluğun, bir arşidük toprağın zaten vardı Atilla.

Nitekim deden Alkan Bey'i,
Baban ise İngiltere Dük'üydü.

Biraz sonra emmeyi bırakıp uyuyan oğlunu muhafızların yaptığı tahtadan beşiğe yatırıp iç çekti ve acıktığını düşünerek odadan çıktı.

Odadan çıkmasıyla kapının tokmağının vurması bir oldu.

Bilge ürktü.

Bu saatte haydutlar mı evlerini basmıştı?

Süleyman uykusundan sıçrayarak odadan fırladı ve,"Bu saatte tövbe estağfurullah."diye homurdandı.

Bilge ,"Ay Atilla uyanmadı inşallah!"diyerek korku nidasıyla odasına koştu.

Süleyman,"Odadan çıkma Bilge."dedi kapıyı açmak için aşağı kata inerken.

Bilge,"Tamam."diye sessiz olduğunu düşündüğü gibi bağırdı.

Odaya girmesiyle beşiğinde mışıl mışıl uyuyan oğluna baktı.

Gülümseyerek,"Fazla yakışıklısın Atilla."dedi. "Türk kızları aşkından eriyecek."

Süleyman karşısında gördüğü iki adamdan birini tanıyordu.

Hemde çok iyi tanıyordu.

**

Andrew, Sherlock ve Süleyman divanda oturmuş konuşurlarken yaşlı adam,"Açıkçası gelmene sevindim Andrew."dedi.

Andrew,"Sherlock sizleri bulmama yardım etti,"dedi heyecanlı olduğunu gizlemeye çalışırken.

Sherlock,
Bilge'ye ihanet etmişti.
Süleyman,"Vallahi bir an kızımdan vaz geçtiğini düşünmüştüm."

Sherlock gülüşünü eliyle kapattı ve,"Geçmedi."dedi.

Andrew terleyen ellerini yumruk yapıp,"Bilge nerede?"diye sordu.

Tam o sırada yukarıdan gelen ince ağlama sesiyle Andrew bir an nefes alamadı.
Şaşkın bir sevinçle Süleyman'a baktı.
"Bu-" konuşamadı, dili dönmedi.

Süleyman gülümseyerek kafasını salladı,"Evet."dedi. "Bu senin çocuğunun sesi."

Andrew dolan mavi gözleriyle tekrar merdivene baktı.
Ayağa kalkıp yanlarına koşmak istedi ama çekindi.
"Cinsiyeti ne?"diye fısıldadı zar zor.

Süleyman,"Kendin gidip görmeye ne dersin lord Andrew? yaşlı adam kocaman sırıtıyordu.

Andrew kafasını tekrar ona çevirip,"Evet doğru,"dedi sakince.

Süleyman,"Şimdiden uyarıyorum Lord Andrew,"dedi. "Ne kadar güçlü olursan ol, kızıma daha fazla acı çektirmene izin vermem. Ya edebinle kocalık yap, ya da boşa kızımı bitsin çilesi!"

Andrew kafasını salladı,"Size ve kızınıza saygım sonsuz."

"Baba!"diye bağırdı Bilge odasından,"Kim geldi bilmiyorum ancak temiz bir beze ihtiyacım var! Lütfen gelip Atilla'yı alır mısın? Bez yıkamalıyım!!"

Süleyman oflayarak,"Hadi Dük Andrew,"dedi. "Karına doğumdan sonra yardım edeceğin ilk an budur. Sen torunumu alıp oyalarken Bilge bez yıkayacak."dedi.

Andrew nefes alamadı.
Ne yaptığını bilmiyordu bile ve sadece kafasını sallayarak ayağa kalktı.

"Evinizde başka kadın yok değil mi?"diye sordu. Geldiğinden beri o kadar çok Müslüman kadın görmüştü ki onları uygunsuz yakalamanın ne kadar günah olduğunu artık biliyordu.

Süleyman,"Yok oğlum, tek kadın da sana helal."dedi ve Sherlock'a döndü.
"Peki siz kimsiniz?"

Sherlock,"Efendim ben deniz Sherlock Holmes."dedi.

Süleyman gözlerini belerterek,"Hadi canım sende!"diye sesini yükseltti.

Sherlock göğsünü kabarta kabarta,"Bilge sizin dönemde ne kadar ünlü olduğumdan bahsetti."dedi. "Dostum Sır Arthur kitaplarında bana oldukça yer vermiş nitekim."
Süleyman ayağa kalkıp,"Bana bir saniye verin."diyerek çalışma odasına girdi ve çıktığında elinde bir tüy kalem ve parşömen kâğıdı vardı,"Şuraya bir imza alabilir miyim?"

Andrew merdivenlerden çıktığında bebeğin ağlama sesinin geldiği odanın kapısına kadar gitti ancak eli bir türlü kulpu açamadı.

Andrew donakalmıştı.

Çocuğu içeride ağlıyordu, Bilge ise söylene söylene ,"Piş piş,"diyordu.

"Baba!"diye sinirle bağırdı Bilge.
Andrew o an kendisine geldi. Yavaşça kapı kulpunu indirip itti.
Bilge arkası dönük kapının açıldığını görünce dönüp,"Şükürler ols-"diyecekti ki gördüğü ve özlediğini itiraf edemediği bir çift mavi gözle sözü yarım kaldı.

Andrew,"Merhaba Bilge,"dedi onun özlediği tatlı yüzüne bakarken.
Kilo almıştı, başından aşağıya toz pembe bir yazma sadece atılmış, saçları yer yer dağılmıştı.

Geceliği,
Tıpkı eskisi gibi kahverengiydi.

Andrew 'in gözleri kucağındaki bebeğe düştü sonra.

Beyazlar içine sarılmış görünmüyordu ancak sesi çok güçlüydü.

Andrew yutkunarak kıza doğru bir adım daha attı. Elleri gerçekten de titriyor, nefesi kesiliyordu.

Bilge,"Andrew,"diye fısıldadı. "Na-nasıl buldun beni?"

Andrew kızın yanına giderek kucağındaki çocuğa baktı ve,"Erkek."diye mırıldandı. Bilge'nin yanaklarından yaşlar hızla aktı. "Be-ben onu senden kaçırdığım için özür dilerim."dedi.

Andrew kızın dediklerini duymuyordu. Ağlayan oğlunu yavaşça ondan aldığında Atilla direkt susmuştu.

"Oğlum,"diyerek gülümsedi. Bilge burnunu çekti, eliyle yanaklarını silip,"Andrew,"dedi acıyla.

Andrew,"Ben sana kızgın değilim Bilge,"diye gülümsedi. Sonra aniden somurtup kafasını oğlundan kaldırarak,"Ama çok kırgınım."dedi.

Taş yürekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin