104 - Ulubey & Haznedar

185 5 95
                                    

"Ne anlattığınızı anlamıyorum... Benim... Benim Okan'ın ve Anıl'ın iyi olduğunu öğrenmem lazım... Önceliğim bu... Lütfen-"

"Otur şu sandalyeye." dedi Hakan Haznedar. Gösterdiği, daha doğrusu ittirdiği sandalyeye oturdum. "Seni bağlayacağım."

"Ne?"

"Eğer dediklerimi yaparsan ve uslu durursan canın yanmaz çocuk."

Ellerimi sandalyenin arkasından halat ipiyle bağlarken dehşet içinde onu izliyordum.

Ayaklarımı, belimi ve üst bacaklarımı da sandalyeye bağladığında karşıma geçmişti.

"Biraz ağlaman gerekiyor. Seni nasıl ağlatabilirim?" dediğinde afallamış bir şekilde suratına bakmaya devam ettim. "Kan da lazım... Kanını akıtsam bana kızar mısın?"

"Ben... Ben... Siz-"

"Kanını akıtmasam daha iyi gibi. Hiç hayatında tokat yedin mi?" Başımı salladım. Yetimhanede yediğim dayakların haddi hesabı yoktu. "Tamam... Bir tane daha yiyeceksin. Bu seni ağlatır mı?" Başımı iki yana salladım. "Ağlatmaz tabi..." dedi gülümseyerek. "Kafana silah da dayasam ağlamazsın... Aynı baban gibi. Ama inandırıcılık katmam lazım. Canını çok yakmak istemiyorum. Şu sıralar aynı saftayız çocuğum."

"Ben seninle hiçbir şartta aynı safta olamam." dedim tükürürcesine.

"İkimiz de onların yaşamasını istiyoruz, değil mi?"

Onlar.

Okan ve Anıl.

Başımı hızla aşağı yukarı salladım.

"Ah... Eğer... Okan'ın annesini buraya getirmeme yardım edersen yalnızca Anıl'ı değil... Çağrı'yı da kurtaracaksın. Sevgili oğlumun akıbetini ise birlikte izleyip göreceğiz."

"Çağrı mı?" dedim titreyen sesimle. "Çağrı... Nereden çıktı?"

"Portakal Kafa'nın birdenbire bipolar teşhisi yemiş olmasını hiç sorgulamadın mı?" dediğinde kaşlarım çatıldı.

"Portakal... Değil... Bal kabağı-" Kahkahasıyla sustum.

"Öyle mi?" diye sordu yapmacık bir şaşkınlıkla. "Neden? Anlatsana biraz..."

"Portakal... Daha açık bir turuncu-" Bir kahkaha daha attı.

"Sen cidden iyi değilsin." dedi gülerek. "Aklın sevgilinde mi kaldı?"

"O nasıl?" Gözlerim dolmuştu. "İyi mi?"

"Seni nasıl ağlatacağımı buldum." Çenemi parmaklarının arasına almıştı. "Sevgilini de baban gibi öldürmemi ister misin?" Başımı hızla iki yana salladım. "Şu an... Bir hastane köşesinde... Can çekişiyor." Gözlerimi sımsıkı kapattığımda yanaklarım ıslanmıştı. "Sevgilin senden neler saklıyor, biliyor musun? Neden iyileşmiyor... Biliyor musun?"

"Neden?" diye fısıldadım.

"Çünkü iyileşmesi için Türkiye'den gitmesi lazım... Tıpkı Arslan Bey ve Aras Bey gibi."

"Ne?" Gözlerimi açmış, buz mavisi gözlerine bakakalmıştım.

"Neden etrafınızda olup bitenlerle hiç ilgilenmiyorsunuz küçük hanım? Bebeğiniz düşüyor... Barış uyuşturucuya bulaşıyor, Çağrı bipolar oluyor, Anıl Ulubey iki günde bir kalp krizi geçiriyor ve sen her şeyi olduğu gibi kabul edip, hayatına devam ediyorsun." Soğuk bir gülümseme peydahlandı yüzünde. "Sonuncusunun benimle bir ilgisi yok." diye eklediğinde gözlerim kocaman açıldı.

"Sen... Sen... Barış... Çağrı... Sen-"

"Ben. Evet. Ben yaptım."

"Nasıl?" Sesim titremişti.

KOMŞU ÇOCUKWaar verhalen tot leven komen. Ontdek het nu