119 - Doktor Karan

192 4 12
                                    

Nişanlı.

Nişanlı.

Nişanlı.

Zihnimi işgal eden, bedenimi yorgun düşüren ve ruhumu emen kelimeydi bu.

Yıllar sonra kalbimin küçük sorunlar çıkarmasına sebep olan bir kelime.

Rakıyla sindirmeye çalıştığım...

Ne bekliyordum ki?

Dört yıl, beş ay, yirmi bir gün geçmişti.

Ben de ondan geçmiştim.

Geçip gitmiştim.

Yine de...

Sikeyim.

Siktir olup gitsin.

Onunla evlenecek adama acıyorum.

Zavallı...

Acaba, Okan mıdır?

Barış?

Kim olduğu umurumda değil.

SİKEYİM!

Ondan nefret ediyorum.

"Bu kadar yeter..." Önümdeki bardağın çekilmesiyle eğdiğimi fark ettiğim başımı kaldırdım ve abimin mavi gözleriyle karşılaştım.

"Maviden nefret ediyorum." cümlesi dudaklarımdan istemsiz dökülmüştü. "Mavi... Mavi olan her şeyden."

"Anıl-"

"Senin gözlerin mi daha güzel benimkiler mi?"

"Ne?"

"Seviyordur senin gözlerini... Maviyi sever. Ama... Eda dedi ki... Kimsede olmayan bir elaymış benim gözlerim. Özel yani. Eda çok seviyor. Gerisi zaten önemli değil... Zaten ben de Eda'yı seviyorum zaten." Buruk bir gülümseme peydahlanmıştı abimin dudaklarında.

"Eskisinden hızlı sarhoş oluyorsun sanırım..."

"Yeni başladım... Alkole. Yani... Bir, iki yıl oldu. Çok kullanmıyorum... Bünyem alışık değil artık..."

"Çok iyi gördüm ama seni. Spora devam ediyor musun?"

"Evet... Günde en az iki saat... Eda çok beğeniyor beni. Bak kollarıma." Tişörtümün kolunu sıvadığımda abim gülmüştü. "Bir de karnıma bak..." Tişörtümü kaldırıp karnımı açığa çıkardığımda ise birkaç yüz bizden tarafa çevrilmişti.

"Maşallah, maşallah..." dedi gülerek. "Yenge de iyi bakıyor sanırım sana?"

"Evet... Çok."

"Her şey yolunda mı? Bir planınız var mı gelecek için?"

"Ne gibi?" diye sordum arkama yaslanarak.

"İşte... Evlilik-"

"Hayır." deyiverdim hızla. "İyiyiz böyle... Çok mutluyuz..."

"Anıl... Otuz yaşına geldin oğlum-"

"Abi ne otuzu?" Küçük bir kahkaha attım. "Yirmi beş yaşındayım ben daha..." Kaşları çatılırken yüzünde dehşetle dolu bir ifade vardı.

"Ne diyorsun oğlum? Otuz yaşındasın işte."

"Abi doğum günlerimde neden aramadınız ki?.. Hediye yolladın... Tamam ama... Not yoktu ki... İyi ki doğduğumu söylemedin. Büyümedim ben... Kutlamadınız çünkü. Büyüyemedim. Kutlasanız... Büyürdüm. O da aramadı zaten... Zaten neden arasın ki? Terk etti beni... Ama ben... Her 17 Ağustos'da... Onu aramak istedim... Valla bak. Hepsinde onu aramak istedim. Hediye almam ama... O kadar da değil. Zaten... Gurursuz bir herife dönüştüm. Doğum günlerinde böyle arasam, böyle sesimi duysa... ama biraz da umurumda değilmiş, eski bir arkadaşı arıyormuşum gibi yapsam... beni ne kadar özlediğini fark etse... ama ben iki dakika konuşup kapatsam telefonu... Sonra peşime düşse... yüz vermesem... benim için çabalasa... Ama tabi... Arayamadım. Sesini duysam, yalvarmaya başlamaktan korktum. Bütün planları bozup ayaklarına kapanmaktan korktum. Abi ben çok sevdim... Ama hiç sevilmedim sanırım... İnsan bir kere aramaz mı? Bir kere ya... En azından... İkinci ameliyatımın nasıl geçtiğini sorabilirdi. Ya da iyi olup olmadığımı... Geçmiş olsun, bile demedi. Abi... Yani böyle ayrılığın amına koyayım ben. Yalvardım ona... Arkadaş kalalım, dedim. Bırakma beni, yalvarırım... Arkadaş kalalım, söz veriyorum seni rahatsız etmem... Evlenmekten mi korktun? Tamam evlenmeyiz... Amerika'ya gelmek mi istemiyorsun? Tamam gelme... Hasta olduğum için mi bıktın benden? İyileşene kadar açık ilişki yaşayalım... Hepsini dedim... Abi ben bu kıza biliyorum ihtiyaçlarını karşılayamıyorum, eğer zorlanıyorsan başkalarıyla birlikte olabilirsin; ağzımı açmam dedim lan. Ağlayarak söyledim hepsini..."

KOMŞU ÇOCUKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin